İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.
İbn Kayyım el-Cevziyye-Tehlikeli Tuzaklar

Sabır ve Rızâ

528 görüntlenme
2 yıl önce
illiyyuntv
Paylaş

Sorumluluk sahasında takdir edilene sabretmekten daha zor bir husus olmadığı gibi kadere rızâ göstermekten daha faziletli bir husus da yoktur.

Sabretmek farz; rızâ göstermek ise fazilettir.

Sabretmek zordur. Çünkü kader genelde insanın hoşlanmayacağı şeylerle cereyan eder. Nefsin hoşnutsuzluğu sadece hastalıklar ve bedene gelen eziyetleri anlamakla ilgili değildir; bilakis kaderin çeşitli yönleri vardır. Hatta akıl kaderin cereyanıyla ilgili hikmetin ne olduğunu kavrama konusunda şaşkınlığa düşmektedir.

Bu duruma şu örnek verilebilir: Bazı insanları görürsün ki dünyâ onların üzerine âdeta her vâdiden akıyor. Öyle ki bu kişiler sâhip oldukları malları ne yapacağını dahi bilemiyorlar. Hatta onlar değerli madenlerden kaplar yapıyorlar. Oysa kristal, akik taşı ve yaldızlı şeyler o yaptıklarından daha hoş görünür. Ancak o kişilerin dine az önem vermeleri, yasakları hiç yokmuş gibi görmelerine sevk eder. Onlar ipek giyer, insanlara zulmeder ve dünyâ nimetleri de onlara adeta sağanak şeklinde yağar.

Bir de din ehline, ilim talebelerine baktığında onların fakirlik ve musibetlere maruz kaldığını, o zâlimlerin pençeleri altında ezildiğini görürsün, İşte bu durumda şeytan vesvese için açık kapı bulur ve kaderin hikmetini tenkit etmeye başlar. Bu durumda mü'min dünyâdaki zarar veren bu olaylara ve şeytanın vesvesesine karşı sabır göstermelidir. Aynı şekilde kâfirlerin müslümanlara, fasıkların da dindarlara karşı bu tutumlarına sabırlı olmaları gerekir.

Bunlardan daha öte olan da hayvanlara karşı yapılan işkenceler ve çocuklara karşı yapılan eziyetlerdir. İşte gerçek anlamda iman etmek de bu zamanlarda ortaya çıkar.

Sabretmeyi kuvvetlendiren iki husus vardır ki bunlardan biri aklî diğeri de naklîdir. Naklî olanlar Kur'ân ve sünnettir. Kur'ân'i deliller ise iki kısımdır. Bunlardan birincisi: Kâfir ve isyankâr kişiye verilen bu nimetlerin sebebini zikreder:

“Onlar için süre vermemiz, ancak günâhları ziyadeleştirmeleri (arttırmaları) içindir...” (Âl-i İmrân Sûresi 178. âyet meali)

“Ve eğer insanlar tek ümmet olacak olmasaydı, elbette Rahmân'a küfredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler kılardık...” (Zuhruf Sûresi 33. âyet meali)

“Ve bir karyeyi helâk etmeyi murâd ettiğimizde onun mütreflerine emrederiz, artık orada fâsıklık yaparlar, böylece kavil (söz) aleyhlerine hakk olur...” (İsrâ Sûresi 16. âyet meali)

Bu bağlamda Kur'an'da pek çok âyet vardır.

Kur'ân'i delillerin ikinci kısmı ise müminlerin musibetle imtihan olmasıdır.

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmrân Sûresi 136. âyet meali)

“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin sizin başınıza da gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara Öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki...”? (Bakara Sûresi 214. âyet meali)

“Yoksa siz, Allah'ın sizden o cihâd edenleri ve Allah'ın ve Rasûlu'nun ve mü'minlerin dışındakileri sırdaş edinmeyenleri ilmetmeden (bilmeden) terk edileceğinizi mi hesâb ettiniz?...” (Tevbe Sûresi 16. âyet meali)

Musibetlerle alakalı da Kur'ân'da pek çok ayet vardır. Musibetlerle alakalı sünnete gelince hâl ve kal (söz/konuşma) olmak üzere iki kısma ayrılır.

Hâl ile alakalı musîbetleri anlatan sünnete gelince: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hasır üzerine yatmış ve o hasırın izi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sırtında ve yan tarafında iz yapmıştı. Bunu gören Ömer (radıyallahu anh) ağlamış ve 'Kayserler ve Kisralar kuş tüyü yataklarda yatıyor Ya Rasûlullah!” dediğinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştu:

“Ey Ömer! Benim hakkımda şüphe içinde misin? Dünya onların, ahiret de bizim olsun istemez misin?”

Sözlü olan musibetleri anlatan sünnete gelince Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Eğer dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı ondan kâfire bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmîzi, 2320)

Akıl da askerleriyle sabrı takviye eder. Örneğin akıl şöyle der: Bana göre kati deliller vardır ki kaderde bir hikmetin olduğunu ispatlar. Sabit olan temel bir şeyi cahilin zannıyla delemem.

Allah'a inanan kişi kiralık bir işçi gibidir. Gündüz vakti tutulan bu işçinin çamur içinde çalıştığı saat boyunca temiz elbiseler giymesi gerekmez. Bilakis bu işçi çalıştığı sürece sabreder; işi bittiği zaman da en güzel elbisesini giyer. Kim iş zamanı lüksünü ve rahatını isterse o kişi ücret zamanı pişman olur. Verilen görevi yapmadığı için de ceza görür. İşin bu kısmı sabrı daha çok takviye eder.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Tehlikeli Tuzaklar

Benzer Yazılar

Haşr Suresi  Son 3 Âyet
Haşr Suresi Son 3 Âyet

"Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim sabahladığında üç kere: "Eûzu billahis-semî’il alîmi mineşşeytânirracîm'' ''Kovulmuş şeytanın şerrinden, herşeyi işiten ve bilen Allah’a sığınırım." der de Haşr sûresinin son üç âyetini okuyacak olursa Allah ona yetmiş bin meleği vekil kılar. Akşam oluncaya kadar o melekler onun için af dilerler. Şâyet o gün ölürse şehit olarak ölmüş olur. Kim akşamleyin bunu söyler ve bunları okursa bu dereceye ulaşmış olur."

(Tirmizî, K. Fadail el-Kuran, bab: 22, Hadis no: 2922 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, S.26)

Âyet-i kerime’de, en güzel isimlerin Allah’a ait olduğu zikredilmektedir.

هُوَ اللّٰهُ الَّذٖي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحٖيمُ (٢٢)

Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hu, âlimul gaybi veş şehâdeh, huver rahmânur rahîm

O Allah O ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Gaybı ve müşâhede edileni ilmedendir. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.

هُوَ اللّٰهُ الَّذٖي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزٖيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُؕ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ (٢٣)

Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hu, el-melikul kuddûsus selâmul, mû’minul, muheyminul, azîzul, cebbârul, mutekebbir, subhânallâhi ammâ yuşrikûn

O Allah O ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Melik'tir, Kuddûs'tur, Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir, Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir. Allah, onların şirk koştuklarından subhândır.

هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىؕ يُسَبِّـحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ (٢٤)

Huvallâhul ḣâlikul bâriûl musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard ve huvel azîzul hakîm

O Allah, Hâlık'tır, Bârî'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur. Semâlar ve Arz'dakiler O'nu tesbîh etmektedir. Ve O, Azîz'dir, Hakîm'dir.

(Haşr Sûresi 22-23-24)

10790 görüntlenme
2 yıl önce
Lâ ilâhe illallah | 7 Şart
Lâ ilâhe illallah | 7 Şart

Lâ ilâhe illallah’ın yedi tane şartı vardır:

Şeyh Abdurrahmân bin Hasen (rahimehullah) “Feth’ul Mecîd” adlı neserinde şöyle demektedir:

“Derim ki: La ilahe illallâh şehâdetinde mutlaka olması gereken yedi şart vardır, öyle ki bunların hepsi yerine getirilmeden bu söz, onu söyleyene fayda vermez.

(Bu yedi şart şunlardır:)

📌1. Cehâleti ortadan kaldıran ilim,

📌2. Şekki (şüpheyi) ortadan kaldıran yakîn,

📌3. Reddi ortadan kaldıran kabûl,

📌4. Terki ortadan kaldıran inkiyâd (itâ’at, bağlılık),

📌5. Şirki ortadan kaldıran ihlâs,

📌6. Yalanı ortadan kaldıran sıdk (doğruluk),

📌7. Zıddını (buğz’u) ortadan kaldıran muhabbet.”

“Feth’ul Mecîd” adlı eserden yapılan alıntı burada sona erdi

📌1. İlim

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ (١٩)

Şimdi ilmet (bil) ki, Allah'tan başka ilâh yoktur... (Muhammed Sûresi 19)

Hammûd bin Câbir bin Mübârek el-Hârisî der ki: "İmâm Buhârî (rahimehullah) Sahîh'inde şöyle bir bab açar ve der ki: 'İlim, Kavil ve Amelden Öncedir Bâbı. Ve bu âyeti şâhid/delil getirir ve şu bilgileri verir: "Aynî (rahimehullah) şöyle demiştir: 'Yani bu, ilmin sözden ve amelden önce geldiğinin beyânı hakkında bir babtır. Bununla, bir şeyin önce bilindiğini, sonra söylendiğini ve (sonra da) onunla amel edildiğini murâd etmiştir. İlim, bu ikisinden önce gelir. Aynı şekilde ilim, şeref bakımından da bu ikisinden önce gelir. Çünkü o (ilim), kalbin amelidir ve kalp de beden uzuvlarının en şereflisidir.' (Umdetu'l-Kârî, 2/476)

İbni Hacer (rahimehullah) der ki: 'İbn'ul-Münîr (rahimehullah) demiştir ki: 'Bununla ilmin, söz ve amelin sıhhati hususunda şart olduğunu; ilim olmadan söz ve amelin muteber olmadığını; ilmin sözden ve amelden önce geldiğini murâd etmiştir. Çünkü ilim, ameli sıhhatli kılan niyetin sahîh kılıcısıdır. Zihne bazılarının ilmin durumunu küçülterek ve ilmin talebinde gevşek davranarak söyledikleri: 'Şüphesiz ki amel olmadan ilim fayda vermez' sözü gelmesin diye musannif buna dikkat çekmiştir.'' (Feth'ul-Bârî, 1/160) Hammûd bin Câbir bin Mübârek el-Hârisî, Bid'atların Tenkidinde Ve Bid'at Ehlini Dâvette Selef Menheci, 19. sayfa)

Osman b. Affan'dan (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

''Kim, Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığını bilerek ölürse, cennete girer.'' (Müslim)

Söylerken taşıdığı anlamı, gerekliliklerini ve onu geçersiz kılacak şeyleri bilmek. Bu cehâleti iptal eder.

📌2. Yakîn

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ (١٥)

Mü'minler ancak, Allah'a ve Rasûlü'ne îmân edenler, sonra kuşkuya kapılmayanlar ve mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenlerdir. İşte onlar, onlardır sâdıklar. (Hucurât Sûresi 15)

Ebû Hureyre'den (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ''Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet ederim ki bir kul, (kıyâmet gününde) bu ikisinde (Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve benim de Allah’ın elçisi olduğuma) şüphe etmeden Allah’ın huzuruna çıkarsa, cennete girer.'' (Müslim)

Söylenilenin anlamına kesin bir şekilde inanmak. Bu şüpheyi iptal eder.

📌3. Kabul

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ (٣٥)

Muhakkak ki onlar, kendilerine: 'Allah'tan başka ilâh yoktur.' denildiğinde kibirleniyorlardı. (Sâffât Sûresi 35)

بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلٖينَ (٣٧)

Bilakis, hak ile geldi ve mürselleri tasdîk etti. (Sâffât Sûresi 37)

İmâm Şevkânî şöyle demektedir: 'Hak ile geldi' Yani: Tevhîd'i, vaadi, vaîdi/uyarıyı kapsayan Kur'ân (ile geldi) 'Ve mürselleri tasdîk etti' Yani: Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) evvelki mürsellerin getirmiş olduğu Tevhîd'i, vaîdi ve Âhiret yurdunun isbâtını tasdîk etmiş ve onlara muhâlefet etmemiştir. Ve Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden önceki rasûllerin getirmemiş olduğu herhangi bir şeyi getirmiş de değildir." (eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr)

Ebu Musa el-Eş'arî'den (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teâlâ'nın benim ile gönderdiği hidâyet ve ilmin misâli, bir araziye bolca yağan yağmura benzer: Yağmur alan bu arazide bir kısım vardır ki burası yağmur suyunu kabul eder (içine çeker) ve üzerinde bol bol bitkiler, otlar yetiştirir. Arazinin ikinci bir kısmı vardır ki, orası yağmur suyunu biriktirir. Biriken o yağmur suyundan Allah, insanları faydalandırır; insanlar ondan içerler, hayvanlarını ve arazilerini sulayarak ekin ekerler. Bu arazinin üçüncü bir kısmı da vardır ki suyu ne üzerinde tutar, ne de üzerinde bitki yetiştirir.

İşte bu, Allah'ın dîninde bilgili olan, o bilgi kendisine fayda veren, Allah Teâlâ'nın beni onunla göndermiş olduğu dîni öğrenen ve onu başkalarına öğreten kimse ile buna aldırış etmeyen ve benim gönderilmiş olduğum Allah Teâlâ'nın hidâyetini kabul etmeyen kimsenin misâlidir." (Buhârî ve Müslim)

Kişinin onun anlamını gerektiren inançları ve amelleri yerine getirerek kabul etmesi. Bu reddetmeyi iptal eder.

📌4. İnkiyâd

وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىؕ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ (٢٢)

Ve kim vechini ve o muhsin olduğu halde Allah'a teslîm ederse, o takdirde en sağlam kulpa yapışmıştır. Ve işlerin âkibeti Allah'adır. (Lokmân Sûresi 22)

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Biriniz, arzusu benim getirdiğime tâbi olmadıkça îmân etmiş olmaz." (Fethu'l-Bârî)

Söylerken denilene itaat edip anlamına ve gerekliliklerine göre amel etmek. Bu terk etmeyi iptal eder.

📌5. İhlas

فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّٖينَؕ (٢)

...O halde Dîn'i O'na hâlis kılarak Allah'a ibâdet et (Zümer Sûresi 2)

اَلَا لِلّٰهِ الدّٖينُ الْخَالِصُؕ (٣)

Dikkat edin, hâlis Dîn Allah'ındır... (Zümer Sûresi 3)

Ebû Hureyre'den (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ''(Kıyâmet günü) şefaatime nâil olacak en bahtiyâr kişi, kalbinden veya nefsinden ‘lâ ilâhe illallah’ diyendir.'' (Buhârî, İlim, 97)

Yalnızca Allah için olması! Bu, şirki (Allah’a ibadette ortak koşmayı) ve riyâyı (övgü alabilmek adına amel etmek veya gösteriş yapmak) iptal eder.

📌6. Sıdk

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ (٢)

İnsanlar: 'Îmân ettik' demeleriyle (ve onlar fitneye uğratılmadan) bırakılacaklarını mı hesâb ediyorlar? (Ankebût Sûresi 2)

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ (٣)

Ve andolsun ki, onlardan o öncekileri (de) fitneye uğrattık. O hâlde elbette Allah o sâdık olanları bilir ve elbette yalancıları da bilir. (Ankebût Sûresi 3)

Muaz b. Cebel'den (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse yoktur ki, Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, samimî olarak kalpten şehâdet etsin de, Allah Teâlâ da ona cehennemi haram kılmış olmasın.” (Buhârî ve Müslim)

Samimi olarak doğru söylemek, doğru olmak anlamına gelir. Bu nifâkı (Bir şeyi söyleyip veya gösterip aksini gizlemek) iptal eder.

📌7. Muhabbet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِؕ (١٦٥)

Ve insânlardan kimi Allah'ın dûnundan denkler ittihaz eder (Allah'tan başkalarını O'na emsal edinir), Allah'a muhabbet eder gibi onlara muhabbet ederler. Ve o îmân edenlerin Allah'a muhabbetleri daha şiddetlidir... (Bakara Sûresi 165)

Enes b. Mâlik'ten (radıyallahu anh) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben birinize, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça, îmân etmiş olmaz." (Buhârî ve Müslim)

İnsanın bunun anlamını sevmesi. Bu nefreti iptal eder.

📌Vehb ibn Münebbih’e şöyle denildi: Lâ ilâhe illallah cennetin anahtarı değil midir? Buna (Vehb) şöyle cevap verdi: ‘Evet, kesinlikle. Ama hiçbir anahtar yoktur ki onun dişleri olmasın. Bu durumda sen dişli anahtarla gelirsen (kapı) senin için açılır. Eğer dişsiz ile gelirsen sana açılmaz.’ (Sahih-i Buhârî)

📌Bu şartlar kul tarafından yerine getirilirse onun inancı ve amelleri kabul edilir. Ancak kim Lâ ilâhe illallah derken bunu samimiyetle Allah için yapmazsa başka sebeplerden dolayı söylerse, anlamını bilmeden söylerse, anlamını kabul etmeyip itaat etmeden söylerse, anlamı ve gereklilikleri hakkında câhil ise veya içeriğinden nefret edip şüpheye düşerse işte o zaman onun şehâdeti ona yarar sağlamaz ve kıyâmet gününde ondan kabul edilmez. Velev ki ona dünyada bu saydıklarımızı dışa vurmayıp kendine sakladığı için kendisine Müslüman muamelesi yapılsa bile.

📌Ebû Sa’îd el-Hudrî (radıyallâhu anh)’dan gelen bir rivâyette Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: Mûsâ aleyhisselâm: ‘Ya rabbi kendisiyle, seni zikredeceğim, sana dua edeceğim bir şey öğret bana!’ deyince, Allah: ‘Ey Mûsâ, Lâ ilâhe illallâh, de!’ buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm: ‘Ya rabbi, bütün kulların bunu söylüyor’ deyince, Allah subhanehu: ‘Ey Mûsâ, yedi kat gökler ve benim dışımda orayı şenlendiren tüm varlıklar ile yedi kat yerler bir kefeye, Lâ ilâhe illallâh da diğer bir kefeye konulsa, Lâ ilâhe illallâh ağır basar.’ buyurdu.

(İbn Hibbân ve Hâkim rivâyet etmiş ve Hâkim sahih olduğunu söylemiştir)

7042 görüntlenme
2 yıl önce
Nevâkidu'l-İslâm | İslâmı Bozan Şeyler
Nevâkidu'l-İslâm | İslâmı Bozan Şeyler

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle. Bil ki! İslâm’ı bozan şeyler, on tanedir.

📌1) Allâh’u Teâlâ’ya ibâdette şirk koşmak. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyuruyor: “Allâh, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan (şirkten) daha hafif günâhları ise, dilediği kimseler için bağışlar.” (Nisâ Sûresi 48. âyet meali)

“Kim Allâh’a şirk koşarsa, muhakkak ki Allâh ona cenneti haram kılar. Varacağı yer cehennem ateşidir. Zâlimler için yardımcı yoktur.” (Mâide Sûresi 72. âyet meali)

Allâh’tan başkası adına, cinler ve kabirler adına kurban kesmek şirk olan amellerdendir

📌2) Her kim, kendisiyle Allâh arasına aracılar koyar, onlara duâ eder, onlardan şefaat ister veya onlara tevekkül ederse, icmâ ile kâfir olur

📌3) Her kim, müşrikleri tekfîr etmez veya onların kâfir olduklarında şüphe ederse veyahut onların yolunun da doğru olduğunu kabul ederse, kâfir olur.

📌4) Her kim, başkasının yolunun Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirdiği yoldan daha kâmil olduğuna ya da başkasının hükmünün Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hükmünden daha iyi olduğuna inanırsa, kâfir olur.

Tıpkı tâğûtların hükmünü Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hükmünden üstün tutmak gibi...

📌5) Her kim, Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirmiş olduğu şeylerden herhangi birisine buğz ederse, o fiili yapsa dahi icmâ ile kâfir olur. Bunun delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetidir:

“İşte böyle! Çünkü onlar gerçekten Allâh’ın indirdiğini çirkin gördüler. Bundan dolayı Allâh da, onların amellerini boşa çıkardı.” (Muhammed Sûresi 9. âyet meali)

📌6) Her kim, Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirmiş olduğu İslâm Dîni’nden herhangi bir şeyle veya onun mükâfat ve ceza olarak bildirdiği şeylerle alay ederse, icmâ ile kâfir olur. Bunun delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetidir: “De ki: Allâh ile O’nun âyetleri ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? (Boşuna) Özür dilemeyin. Çünkü siz îmân ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.” (Tevbe Sûresi 65-66. âyet meali)

📌7) Sihir yapmak. Sarf ve atf sihir çeşitlerindendir. Her kim, bunu yapar veya yapılmasına râzı olursa, kâfir olur. Bunun delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetidir: “Oysa o ikisi: ‘Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın küfretme’ demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi.” (Bakara Sûresi 102. âyet meali)

📌8) Müslümanlara karşı müşrikleri desteklemek ve onlara yardım etmek. Bunun delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu ayetidir: “Sizden her kim onları velî edinirse şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allâh, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.” (Mâide Sûresi 51. âyet meali)

📌9) Her kim, bazı insânların Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in şerîatının dışına çıkabileceklerine inanırsa, kâfir olur.

Tıpkı Hızır, Mûsâ (aleyhisselâm)’ın şerîatından çıkabiliyordu iddiası gibi...

📌10) Allâh’u Teâlâ’nın Dîni’nden yüz çevirmek, onu öğrenmemek ve onunla amel etmemek.

Bunun delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetidir: “Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra ondanyüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz, suçlulardan intikam alıcıyız.” (Secde Sûresi 22. âyet meali)

İslâm’ı bozan bu hususlarda; şaka edenle ciddi olan ve korku ile yapan arasında hiçbir fark yoktur. İkrâh hali hariç bunları yapmak küfürdür.

Kişiyi İslâm’dan çıkaran bu hususların hepsi çok tehlikeli ve çokça meydana gelmektedir. Bu sebeble meydana gelen bu durumlardan her Müslüman sakınmalı ve nefsi adına bu durumlara düşmekten korkmalıdır. Biz Allâh’ın gazabını ve acıklı azâbını gerektirecek durumlardan Allâh’a sığınırız. Salât ve selam yaratılmışların en hayırlısı Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in âlinin ve ashabının üzerine olsun.

1846 görüntlenme
2 yıl önce
Büyük Şirk Çeşitleri
Büyük Şirk Çeşitleri

Ve andolsun ki, sana ve o senden öncekilere vahyedildi ki: 'Eğer şirk koşarsan, elbette amelin boşa gider ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.' (Zümer Sûresi 65. âyet meali)

📌Duadâ Şirk:

Bu Allah’dan başkasından, peygamberler veya evliyâdan, rızık, hastalıklara şifâ ya da buna benzer şeyler talep ederek duâ etmektir.

Zîrâ Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve Allah'ın dışında sana menfaat sağlamayan ve sana zarar vermeyene duâ etme. Fakat (böyle) yaparsan, o takdirde muhakkak ki sen o zaman zâlimlerdensin.” (Yûnus Sûresi 106. âyet meali) buyurmaktadır.

Burada “Zâlimler”, “Müşrikler” anlamındadır.

📌Niyet ve Arzuda Şirk:

Bir kişinin amelinde, genelde ve ayrıntıda Allah’tan başkasına yönelmesidir. Buna “Îtikâdda şirk” denir.

“Kim dünyâ hayatını ve ziynetini/süsünü murâd eder ise, orada onlara amellerini îfâ ederiz ve onlar orada eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar, onlar ki, kendileri için Ahîret'te ateşten başkası yoktur. Ve orada yaptıkları boşa gitmiştir. Ve amel etmiş oldukları bâtıldır.” (Hûd Sûresi 15.16. âyet meali)

📌Sevgide Şirk:

Bu da Allah ile birlikte başkasını da Allah’ı sevdiği gibi veya daha çok ya da daha az sevmektir. Çünkü sevgi, insanın ihlâsla boyun eğmesinin sebebidir.

Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve insânlardan kimi (Yani arab müşrikleri), Allah'tan başkasını endâdenler (Ortaklar/İlâhlar) ediniyorlar da onları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Ve o îmân edenlerin Allah'a sevgisi daha şiddetlidir.” (Bakara Sûresi 165. âyet meali) buyurmaktadır.

📌İtaatte Şirk:

Allah’tan başkasını “Teşri” kanun koyma ve hükümde ortak tutmaktır. Zirâ hüküm, yalnızca Allah’a has bir haktır.

Allah Celle ve Â'lâ şöyle diyor: “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yûsuf Sûresi 40. âyet meali)

Âlimlerine veya şeyhlerine, Allah’a isyân sayılan bir ameli helâl sayarak uyanlar bu sınıftandırlar.

Bu konuda da Allah: “Onlar ahbârlarını ve ruhbânlarını Allah'ın dışında rabbler edindiler” (Tevbe Sûresi 31. âyet meali) buyurmaktadır.

(Ruhbân nasrânilerin âlimleri ve ahbâr yahûdilerin âlimleridir." (eş-Şevkânî, Fethu'l Kadîr, S.567)

Allah’ın Rasûlü bu âyeti Adiy b. Hatem için Tirmizî’deki sahih hadis ile şöyle açıklamaktadır: “Hristiyanlar ve Yahûdiler, âlimlerine, helâli haram, haramı da helâl kılmalarında itaat ediyorlardı.”

Kim Allah’tan başkası için şeriat koyma hakkı tanırsa, Allah’a isyân ile küfre girmiştir.

Çünkü Allah Celle ve Â'lâ şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o takdirde işte onlar, onlardır kâfirler” (Mâide Sûresi 44. âyet meali)

Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır: “Dikkat edin, yaratma ve emir O'nundur.” (A’râf Sûresi 54. âyet meali)

“Yaratma ve emir O'nundur” demek, bu hakkın başkasına nispet edilemeyeceğine işarettir. Kim, yaratmayı veya bir işi Allah’tan başkasına nispet ederse, en büyük şirki işlemiş ve İslâm’dan çıkmıştır. Aynı şekilde, Allah tüm kâinatın yaratıcısı ve bu kâinatları, nimetleriyle terbiye edicidir. Yalnız O, yarattıklarında tüm tasarruf haklarına sâhiptir. Yarattıkları için en iyi olanın ne olduğunu en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiçbir şey yaratmamıştır. Allah’tan başkası hiçbir şey yaratamadığı için, kendi benliğinde gizli olan en küçük şeyi dâhi bilemez. Bunu bilemediği hâlde yaratılmışlara en uygun ve yararlı olanın ne olduğunu nereden bilecektir? Bu sebeple insanlar tarafından konulan bütün kanunlar bâtıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek câiz değildir. Çünkü hüküm koyma hakkı ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının hükmetme hakkı asla yoktur. Allah Celle ve Â'lâ, Allah’dan başkasının kanunlarıyla hükmetmeye “Câhiliyye hükümleriyle hükmetme” adını vermiştir. Allah Celle ve Â'lâ böylece, kendi hükmünden daha hayırlı ve daha yüce bir hükmün olmadığını haber vermiştir.

📌Tasarrufta Şirk:

Bu, peygamberlerin ve evliyâların, kainatta tasarruf kudretleri olduğuna inanmaktır. Bu, peygamberler ve sâlih insanların güzel mevkilerini inkâr etmek ve görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Fakat sakıncalı olan, bunlara Allah’ın özel haklarından olan kudret, tasarruf, yarar ve zarar verme gibi sıfatları vermektir. Allah müşriklere sorduğunda: “Ve emri kim tedbîr eder? O vakit diyeceklerdir ki: Allah.” (Yûnus Sûresi 31. âyet meali)

📌Korkuda Şirk:

Allah’tan başkasının zarar ve yarar verdiğine inanmak veya korkuda başkalarını Allah’a denk görmektir. Örnek vermek gerekirse: Ölülerin, sağ olanlara zarar vermesinden korkmak yâhut vâcip olan amelleri terk etmeye neden olacak kadar bir otoriteden korkmak gibi. Ancak doğal olan korkmaya gelince, yırtıcı bir hayvan gibi veya bir zâlimden korkmak şeriatte câizdir (Şirk değildir.) Çünkü Allah Celle ve Â'lâ, Nebisi Mûsâ’yı (Aleyhisselâm) şu âyette korkmakla vasfetmiştir. “Böylece oradan korkarak, gözetleyerek çıktı” (Kasas Sûresi 21. âyet meali) Burada, meşru olan korku, insanın Allah’dan korkmasıdır. Esas korku da budur.

📌Tevekkülde Şirk:

Tevekkül, kulun işlerini Allah’a havale etmesi, dilediğinin elde edilmesi için Allah’a güvenmesidir.

Allah Celle ve Â'lâ: “Ve O ölmeyen Hayy'a tevekkül et.” (Furkân Sûresi 58. âyet meali) buyurmaktadır. Bunun için Allah’tan başkasına tevekkül etmek câiz değildir. Şirk olan tevekküle gelince: Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalpten tevekkül edip bağlanmaktır veya yaratılmış birinin Allah’tan başka rızık vereceğine veya rızkı keseceğine inanmaktır. Büyük şirk hakkında sözlerimize son vermeden önce, burada insanları uyarmamız gereken birçok konudan bazısına değinmek yerinde olacaktır. Bu değineceğimiz konular, çok tehlikeli oldukları hâlde, bunu söyleyen ve işleyenlerin birçoğu Allah’a şirk koştuklarının farkında değillerdir.

Şifayı doktora veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı kulun zekâsı, gayreti ve içtihâdına bağlamak. Kulların kanun koyabileceklerine dâir inanış. Ölüm nedenlerini, trafik kazâlarına veya yanlış ilaç kullanımına bağlamak gibi işlerdir. Bu ve benzeri şirk sözleri ve amelleri çoktur. Müslümanlar bunları bilip sakınmalıdır.

O ki, beni yaratan ve O bana hidâyet verendir. Ve O ki, O beni yediren ve içirendir. Ve hastalandığımda O bana şifâ verendir. Ve O ki, beni öldürür, sonra bana hayat verir. (Şu’arâ Sûresi 78-81. âyet meali)

1780 görüntlenme
2 yıl önce
Tevhîd Nedir?
Tevhîd Nedir?

Tevhîd, sözlükte; “Birlemek, tek kılmak” gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; “Allâh’ı (Subhânehu ve Teâlâ) zâtında, rubûbiyyetinde (rabliğinde), ulûhiyyetinde (ilâhlığında), isim ve sıfatlarında tek kabul ederek, ibâdetlerde O’nu birlemektir.”

Âlemlerin Rabbi olan Allâh (Subhânehu ve Teâlâ) kendi zâtının birlenmesini ve de canlı-cansız, soyut-somut hiçbir şeyin kendisine eş koşulmamasını emretmiştir.

Bu sebeble tevhîd, Allâh’ın (Subhânehu ve Teâlâ) bir olduğunu, O’ndan başka ilâh bulunmadığını, her türlü ortak koşulmaktan münezzeh olduğuna inanmayı ve bu inanca aykırı şeylerden beri olarak yaşamayı ifâde eden bir kavramdır.

Tevhîd, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birlemeyi, O’nun ortağının olmamasını, O’nun hiçbir şeye benzememesini, hiçbir şekilde denginin bulunmamasını bizlere öğretir.

Yaratanın sıfatları yaratana hastır; yaratılanın sıfatları ise yaratılanlara has. Tevhîd, yaratanın sıfatlarını yaratılanlara, yaratılanların sıfatlarını ise yaratana vermeyi yasaklar. Bunları birbirine karıştırmak, biraz ondan, biraz da bundan olsun mantığıyla hareket ederek karışık bir inanca sâhib olmak, tevhîdi bozmak demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de “tevhîd” kelime olarak geçmese de, Kur’ân; muhtevasıyla tevhîdi ve tevhîdi yaşantıyı örnekleriyle sunarak öğreten tevhîd kitâbıdır. Bizi tevhîde yönlendirerek, inanç ve yaşantımızda bizden tevhîdi ister.

Tüm peygamberlerin tebliğ ettiği dîn olan İslâm Dîni, tevhîd dînidir. Rabbimiz ilk insândan itibaren kullarını İslâm Dîni’nden sorumlu tutmuştur. Tüm seçilmiş tevhîd elçileri kavimlerini tevhîd dîni olan İslâm’a çağırmışlardır.

Tevhîd, şirkin karşısındadır. Kavramlar zıtlarıyla bilinirlerken şirkin karşısındadır tevhîd. Ve tevhîd ehli muvahhîdken, şirk ehli de müşriktir.

İnsânlar ya tevhîd dîninin müntesibi muvahhîd Müslümanlar ya da şirk dînlerinin müntesibleri müşrikler olarak ikiye ayrılırlar. Bu itibarla da insânlık tarihi, muvahhîdlerin müşriklerle, tevhîdin ise şirkle kavgasının olduğu mücâdeleler tarihidir.

Muvahhîdler tevhîd dîniyle kulluğu yalnız Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya has kılarlarken, müşriklerse şirk dînleriyle O’nun dışındakilere kulluk yaparlar.

Tevhîd inancı, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan başkasına kulluğun önüne geçip yasaklar. Şirk inanışları ise birçok şeylere kulluğa yönlendirerek, insânı çok ilâhlı bir inanca sürüklerler. Tevhîd, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birlemenin hayatın bütününü kapsamasını bizden ister.

Günümüz Mürciesinin bakış açısıylaysa tevhîd, sadece dillerde söylenen ancak yaşantıya geçmeyen bir kavramdır. Oysa bu kavram gönle de, bedene de, bireye de, topluma da, kuruma da, devlete de hâkim olması gereken büyük ve değişmeyen hakikattir.

Tevhîd, bizleri “Allâh vardır” sözüyle bırakmaz. “Allâh vardır” sözünün içerisine O’nun tek yaratan, tek yaşatan ve de tek yöneten olduğu hakikatlerini koyar.

Bu hakikatleri kullara bildirirken, aynı zamanda kulları tevhîdin ibtâl ettiği tüm şirkleri reddetmeye de çağırır. Bu çağrıya uyarak Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emirlerince yaşayıp, nehiylerinden de kaçınan kişi tevhîd ehli kişidir.

Ve ilâhınız bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir. (Bakara Sûresi 163. âyet meali)

Tevhîdin Kısımları

1496 görüntlenme
2 yıl önce
Günâhın 10 Etkisi
Günâhın 10 Etkisi

1- İlimden mahrum kalmak: İlim Allah’ın kalplere verdiği bir nûrdur, günâh işlemek ise bu nûru söndürür. İmam Şâfiî (rahimehullah) İmam Mâlik’in yanına oturup birtakım şeyler okuyunca imam Mâlik onun zekâsına, anlayışına ve uyanıklığına hayran kalarak şöyle dedi: Gördüğüm kadarıyla Allah senin kalbine nûr vermiş. Bu nûru, masiyet ve günâhlarla söndürme.

2- Rızıktan mahrum kalmak: İmam Ahmed, müsnedinde, Sevban’dan şöyle aktarmıştır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Kişi yaptığı günâhtan dolayı rızıktan mahrum bırakılır” (İbn Mâce 4022)

3- Günâh işlendikten sonra günâh işleyen ile Allah arasında ve yine kişi ile insanlar arasında bir soğukluk ve uzaklaşma meydana gelir. Seleften bize aktarıldığına göre şöyle demişlerdir: Ben bir mâsiyet/ günâh işlediğimde bunun etkisini eşimin ve bineğimin huyunda görürüm.

4- İşlerin zorlaşmasıyla karşılaşır, yöneldiği her işin yüzüne kapandığını görür. Buna karşılık, Allah’tan korkanlara Allah onların işlerini kolaylaştırmaktadır.

5- Günâh işleyen kendi kalbinde bir karanlık hisseder, bu karanlığı gecenin karanlığı gibi idrak eder. Böylece kalbinde hissettiği günahın karanlığı gözle görülen karanlık gibi olur. Nitekim itaat nûrdur, mâsiyet ise karanlıktır. Bu karanlık arttıkça kişinin kararsızlığı da artar, farkına varmadan bidat, sapıklık ve tehlikeli durumlara düşer. Tıpkı karanlık bir gecede tek başına yürüyen bir kör gibi olur. Bu karanlık çoğalır, ta ki yüzünü kaplar ve herkesin gördüğü bir siyahlık oluverir. Abdullah bin Abbas şöyle der: “Hayır işlemek kişinin yüzünde ışık, kalbinde nûr, rızkında bolluk, vücudunda güç, halkın kalbinde sevgi doğurur. Günâh ve kötülük ise, yüzde siyahlık, kalpte karanlık, vücutta zayıflık, rızıkta eksiklik ve halkın kalbinde kin ve nefret doğurur.

6- İbâdet yapmaktan mahrum bırakılması, şayet günâh işleyen kişi sadece ibâdetlerden engellenmek ile cezalandırılsaydı bu ona yeterdi. Çünkü bir günâh diğer yolu da kapatmış olur, kişi günâh işledikçe kurtulmasına neden olacak diğer ibâdetlerin de önünü kesmiş olur. Zira her bir ibâdet dünyadan ve içinde bulunan her şeyden daha üstündür. Bunun durumu bir yemek yiyip yemekten sonra hastalanan ve hastalıktan dolayı birçok güzel ve lezzetli yemeklerden mahrum kalan kişinin durumuna benzer.

7- Günâhlar bir benzerini ekerler ve birbirlerini doğururlar. Daha sonra insanın bu günâhlardan kurtulması zorlaşır.

8- Günâhlar kalbi zayıflatır ve günâh işleme isteğini güçlenir. Tövbe isteği yavaş yavaş zayıflar işin sonunda tamamen tövbe etmekten uzaklaşır.... Tövbe ve istiğfarı yalancılar gibi dil ile yapar ancak kalbi günâhlarla kaplı ve günâhlarda ısrar eder, fırsat buldukça işler. Tabi ki bu en büyük hastalık ve en tehlikeli durumlardandır.

9- Günâhı kötü görme şuuru kalpten gider, böylece günâhlar ona normal bir şey gibi gelir. Bunun üzerine insanların onu görmesi veya arkasından konuşması onu rahatsız etmez. Bu durum fasıklarda hayasızlığın son noktası ve lezzetin zirvesidir. Hatta birilerine günâh işlemekle övünür, ondan haberi olmayanlara anlatır ve ey falan! ben şöyle şöyle yaptım diye övünür. Bu tür insanların düzelmeleri imkansız olup genelde tövbe yolu bunlara kapalı olur.

10- Günâhlar çoğaldığı zaman günâhkarın kalbi mühürlenir ve gafillerden olur. Nitekim selef alimleri: “Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları, kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifin Sûresi 14) Âyetini günâhtan sonra yapılan günâh diye yorumlamışlardır. Buradaki kelimeden maksat kalbin günâhtan sonra paslanmasıdır. Bu paslanma çoğaldıktan sonra “Râne” olur, bu aşama galebe çaldıktan sonra mühür ve kilit olur. Böylece kalp bir örtü ve kılıf içinde olur. Bu durum hidâyetten sonra oluştuğu takdirde kalp alt üst olur. Bu durumda şeytan bu kalbe hâkim olup istediği yöne sürükler.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Ed-dâu Ve'd-Devâ (Kalbin İlacı)

1222 görüntlenme
2 yıl önce
İbâdet Nedir?
İbâdet Nedir?

İbâdet, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın sevdiği ve râzı olduğu, zâhirî ve bâtınî bütün fiil ve sözleri içine alan kapsamlı bir isim olup, O’nun emrettiği şeylere bağlanmak ve nehyettiği şeylerden de kaçınmak sûretiyle itaatte bulunarak sevgi ve tâzim ile O’na boyun eğmektir.

📌İbâdetler zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki kısımdır. İster zâhirî isterse de bâtınî olsun her türlü ibâdet ancak Allâh’u Teâlâ’ya edilir.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmayın.” (Nisâ Sûresi 36. âyet meali)

📌Allâh’u Teâlâ’dan başkasına ibâdet etmek şirktir. Fâili de âlim yahut câhil, te’vîl ehli yahut nübüvvetin izlerinin silinmeye yüz tuttuğu bir dönemde yaşayan kimselerden olsun farketmeksizin müşriktir.

📌Zâhirî ibâdetler, dil, beden ve malla yapılan ibâdetlerdir. Namaz, oruç, zekât, hac, kurban, adak ve hüküm istemek gibi ibâdetler zâhirîdir.

📌Bâtınî ibâdetler, kalb ile yapılan ibâdetlerdir. Duâ etmek, yardım istemek, sığınmak ve tevekkül gibi ibâdetler bâtınidir.

📌İbâdetlerin Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında kabul edilmesinin üç şartı vardır. Bunlar: İslâm, ihlâs ve mutabaattır. Bu şartlar tamâm olmadan yapılan ibâdetler hiçbir kimseden kabul edilmez.

📌İbâdetlerin geçerli olmasının birinci şartı İslâm’dır. Müslüman olmayan bir kimsenin ibâdet cinsinden yaptığı veya yapacak olduğu herhangi bir amel kendisinden asla kabul edilmez.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Erkek veya kadın, her kim mü’min olarak sâlih bir amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl Sûresi 97. âyet meali)

“Ve kim îmâna küfrederse, gerçekten onun ameli boşa gider ve o Âhiret'te hüsrâna uğrayanlardandır.” (Mâide Sûresi 5. âyet meali)

📌Şirk ve küfür, yapılan ibâdetleri rükünlerine uygun olarak yapılmış olsalar bile geçersiz kılar. Şirk ve küfürden uzak olmayan kimselerin yaptığı hiçbir ibâdet kabul edilmez ve bunlara karşılık olarak mükâfat veya ecir de verilmez.

Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allâh’a şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkar ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.” (Zûmer Sûresi 65. âyet meali)

“Ve o küfredenler, artık yıkım onlar içindir. Ve Allâh, onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed Sûresi 8. âyet meali)

📌İbâdetlerin geçerli olmasının ikinci şartı ihlâs yani ibâdetin sadece Allâh’u Teâlâ için yapılmasıdır.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ve Dîn'i O'na hâlis kılan hanîfler olarak Allah'a ibâdet etmeleri ve namazı ikâme etmeleri ve zekâtı vermeleri dışında emrolunmadılar.” (Beyyine Sûresi 5. âyet meali)

Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurmuştur: “Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım.” Müslim (2985); İbn Mâce (4202)

📌İbâdetlerin geçerli olmasının üçüncü şartı mutabaat yani Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bildirdiği esaslara uygun olarak yapılmasıdır. Aksi halde ibâdet cinsinden yapılan hiçbir amel ibâdet olarak kabul edilmez.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ve Rasûl size ne verirse, artık onu alın ve sizi neden nehyederse, artık ona nihâyet (son) verin (sakının). Ve Allah'a takvâ edin. Muhakkak ki Allah'ın ikâbı (azâbı) şiddetlidir” (Haşr Sûresi 7. âyet meali)

Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurmuştur: “Her kim, dînimizde olmayan bir amel işlerse, işlediği o amel merdûddur.” Buhârî (2697); Müslim (1718)

📌Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den sonra dîne ilâve edilmeye çalışılan her amel bid’âttır. Zîrâ bid’ât, sonradan ortaya konulan ve Allâh’a daha çok ibâdet etmek maksadını taşıyan dîn görünümlü bir yoldur.

📌Bid’âtın, hasene ve seyyie gibi kısımları yoktur. Her bid’ât sapıklık ve her sapıklıkta ateştedir. Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en hayırlısı Allâh’ın Kitâbı’dır. Yolların en hayırlısı da Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılandır. Her bid’ât sapıklıktır. Her sapıklıkta ateştedir.” Müslim (867); Nesâî (1578)

📌İbâdetler, ancak Kur’ân ve Sünnet’ten bir delîl ile sâbit olur. Aklın bunda hiçbir payı yoktur. Kur’ân ve Sünnet’ten delîli olmayan şey, ibâdet olarak kabul edilmez. Kendisiyle de hiçbir sûrette amel edilmez. Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim, dînimizde olmayan bir şey ihdâs ederse (uydurursa), ihdâs ettiği o şey merdûddur.” Buhârî (2697); Müslim (1718)

1208 görüntlenme
2 yıl önce
Kelime-i Tevhîd'in Rukûnleri
Kelime-i Tevhîd'in Rukûnleri

Lâ ilâhe illallah sözü, iki kısımdan oluşur. Birincisi: Lâ ilâhe. İkincisi: İllallah. Bunlar, lâ ilâhe illallah'ın rukûnlarıdır. Birincisine Nefiy, İkincisine İsbât denir.

Nefiy reddetmeyi, isbât kabul etmeyi ifade eder. Nefiy inkâr, isbât ise ikrardır. Lâ ilâhe illallah sözüyle dört şey nefyedilir. Dört şey de isbât yani kabul ve ikrar edilir.

Nefyedilen (inkâr/red edilen) dört şey şunlardır;

1-İlâhlar

2-Tağutlar

3-Nidler

4-Rabbler

İsbât (İkrar edilen) dört şey de şunlardır:

1-Kasıt

2-Tâ'zim ve muhabbet

3-Korku ve ümit

4-Şirkten ve şirk ehlinden berâet

Yüce Allah'ın bütün kullarına farz kıldığı ilk şey, tağutu inkar edip Allah'a îmân etmektir.

Yüce Allah şöyle buyurur:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ

“Ve andolsun ki, her ümmette: 'Allah'a ibâdet edin ve tâğûttan ictinâb edin/kaçının.' diye bir resûl ba's ettik/gönderdik.” (Nahl sûresi 36. âyet meali)

“Tağuttan ictinâb edin/kaçının” la ilahe illallah sözünün birinci kısmını ve ilk rüknu olan nefyi, yani “Lâ ilâhe” yi, “Allah'a ibâdet edin” de ikinci kısmı ve ikinci ruknü olan isbâtı, yani “İllallah”ı tam karşılar.

Öyleyse lâ ilâhe illallah “Tağuttan ictinâb edip/kaçınıp Allah'a ibâdet etmek” demektir. Kişi tağutu inkâr etmedikçe, Allah'a îmân etmiş olamaz.

Yüce Allah şöyle buyurur.

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا

“Artık kim tâğûta küfrederse ve Allah'a îmân ederse, böylece sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Onun için kopma yoktur.” (Bakara sûresi 256. âyet meali)

“Tâğûta küfretmek/inkâr etmek”, lâ ilâhe illallah sözünün birinci kısmını ve ilk ruknü olan nefyi, yani “Lâ ilâhe” yi “Allah'a îmân etmek” de ikinci kısmı ve ikinci ruknü olan isbâtı, yani “İllallah”ı tam karşılar.

Yüce Allah, kopmayacak sapasağlam bir kulpa tutunmuş olmayı şu iki şeye bağlamıştır.

Birincisi: Tağutu inkâr etmek

İkincisi: Allah'a îmân etmek

Tağut: Allah'ın dışında kendisine ibâdet edilen her şeydir. Kendisine ibâdet edilen ve bundan râzı olan ve meşru sınırlar aşılarak kendisine ittiba ya da itaat edilen herkes birer tağuttur.

Tağutlar pek çoktur. Başlıcaları beş tanedir.

1- Şeytan

2- Kendisine ibâdete çağıran

3- Kendisine ibâdet edilen ve bundan razı olan

4- Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmeden

5-Gayb ilmi iddia eden

Tağutu inkâr edip ondan kaçınmak, yani birinci rukün olan nefiy, yani Lâ ilâhe, şu beş şeyi yerine getirmekle gerçekleşir;

1- Allah'tan başkasına ibâdet etmenin batıl olduğuna i'tikad etmek,

2- Allah'tan başkasına ibâdet etmeyi terk etmek,

3- Allah'tan başkasına ibâdet etmeye ve O'ndan başkasına ibâdet edenlere buğzetmek,

4- Allah'tan başkasına ibâdet etmeyi ve O'ndan başkasına ibâdet edenleri tekfir etmek

5- Allah'tan başkasına ibâdet edilen şeylere ve onlara ibâdet edenlere düşmanlık etmek.

Allah'a îmân edip O'na ibâdet etmek, yani ikinci rükun olan isbât yani illallah, şu beş şeyi yerine getirmekle gerçekleşir.

1- Allah'ın yegane hak ilâh olduğuna i'tikad etmek,

2- Bütün ibâdetleri Allah'a has kılmak

3- İbâdetin her bir çeşidini Allah'tan başkasından nefyetmek

4- İhlâs ve Tevhîd ehlini sevip onları veli edinmek

5- Şirk ehline buğzedip onları düşman edinmek.

Yüce Allah şöyle buyurur:

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ

“İbrâhîm ve o beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek olmuştur. Hani onlar kavimlerinem demişlerdi ki: 'Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah'ın dışında ibâdet ettiklerinizden berîyiz, size küfrettik/reddettik. Ve bizim aramızda ve sizin aranızda ebeden adâvet/düşmanlık ve buğz başlamıştır, siz tek Allah'a îmân edinceye kadar.” (Mumtehine sûresi 4. âyet meali)

“Ve kim İbrâhîm'in milletinden yüz çevirir, nefsi sefih olandan başka?” (Bakara sûresi 130. âyet meali) Sefih olandan başkasının yüz çevirmeyeceği, İbrâhîm'in hanif olan dîni işte budur.

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;

مَنْ قَالَ: لاَ إِلَهَ إِلاّ الله، وَكَفَرَ بِمَا يُعْبَدُ مِنْ دُونِ الله، حَرُمَ مَالُهُ وَدَمُهُ. وَحِسَابُهُ عَلَى الله

“Kim lâ ilâhe illallah der ve Allah'tan başka ibadet edilen şeyleri reddederse malı ve kanı dokunulmaz olur. Hesabı ise Allah'a kalır.” (Müslim)

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) malın ve canın dokunulmaz olması için lâ ilâhe illallah demeyi yeterli saymamıştır. Bunu söylemenin yanında ma'nasını bilmeyi de hatta kabul etmeyi de, dahası Allah'tan başkasına ibâdet etmiyor olmayı da yeterli saymamıştır. Bütün bunlara, Allah'ın dışında ibâdet edilen şeyleri reddetmeyi ilave etmedikçe kişi İslam dinine girmiş, müslüman olmuş sayılmaz.

1139 görüntlenme
bir yıl önce