Sorumluluk sahasında takdir edilene sabretmekten daha zor bir husus olmadığı gibi kadere rızâ göstermekten daha faziletli bir husus da yoktur.
Sabretmek farz; rızâ göstermek ise fazilettir.
Sabretmek zordur. Çünkü kader genelde insanın hoşlanmayacağı şeylerle cereyan eder. Nefsin hoşnutsuzluğu sadece hastalıklar ve bedene gelen eziyetleri anlamakla ilgili değildir; bilakis kaderin çeşitli yönleri vardır. Hatta akıl kaderin cereyanıyla ilgili hikmetin ne olduğunu kavrama konusunda şaşkınlığa düşmektedir.
Bu duruma şu örnek verilebilir: Bazı insanları görürsün ki dünyâ onların üzerine âdeta her vâdiden akıyor. Öyle ki bu kişiler sâhip oldukları malları ne yapacağını dahi bilemiyorlar. Hatta onlar değerli madenlerden kaplar yapıyorlar. Oysa kristal, akik taşı ve yaldızlı şeyler o yaptıklarından daha hoş görünür. Ancak o kişilerin dine az önem vermeleri, yasakları hiç yokmuş gibi görmelerine sevk eder. Onlar ipek giyer, insanlara zulmeder ve dünyâ nimetleri de onlara adeta sağanak şeklinde yağar.
Bir de din ehline, ilim talebelerine baktığında onların fakirlik ve musibetlere maruz kaldığını, o zâlimlerin pençeleri altında ezildiğini görürsün, İşte bu durumda şeytan vesvese için açık kapı bulur ve kaderin hikmetini tenkit etmeye başlar. Bu durumda mü'min dünyâdaki zarar veren bu olaylara ve şeytanın vesvesesine karşı sabır göstermelidir. Aynı şekilde kâfirlerin müslümanlara, fasıkların da dindarlara karşı bu tutumlarına sabırlı olmaları gerekir.
Bunlardan daha öte olan da hayvanlara karşı yapılan işkenceler ve çocuklara karşı yapılan eziyetlerdir. İşte gerçek anlamda iman etmek de bu zamanlarda ortaya çıkar.
Sabretmeyi kuvvetlendiren iki husus vardır ki bunlardan biri aklî diğeri de naklîdir. Naklî olanlar Kur'ân ve sünnettir. Kur'ân'i deliller ise iki kısımdır. Bunlardan birincisi: Kâfir ve isyankâr kişiye verilen bu nimetlerin sebebini zikreder:
“Onlar için süre vermemiz, ancak günâhları ziyadeleştirmeleri (arttırmaları) içindir...” (Âl-i İmrân Sûresi 178. âyet meali)
“Ve eğer insanlar tek ümmet olacak olmasaydı, elbette Rahmân'a küfredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler kılardık...” (Zuhruf Sûresi 33. âyet meali)
“Ve bir karyeyi helâk etmeyi murâd ettiğimizde onun mütreflerine emrederiz, artık orada fâsıklık yaparlar, böylece kavil (söz) aleyhlerine hakk olur...” (İsrâ Sûresi 16. âyet meali)
Bu bağlamda Kur'an'da pek çok âyet vardır.
Kur'ân'i delillerin ikinci kısmı ise müminlerin musibetle imtihan olmasıdır.
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmrân Sûresi 136. âyet meali)
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin sizin başınıza da gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara Öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki...”? (Bakara Sûresi 214. âyet meali)
“Yoksa siz, Allah'ın sizden o cihâd edenleri ve Allah'ın ve Rasûlu'nun ve mü'minlerin dışındakileri sırdaş edinmeyenleri ilmetmeden (bilmeden) terk edileceğinizi mi hesâb ettiniz?...” (Tevbe Sûresi 16. âyet meali)
Musibetlerle alakalı da Kur'ân'da pek çok ayet vardır. Musibetlerle alakalı sünnete gelince hâl ve kal (söz/konuşma) olmak üzere iki kısma ayrılır.
Hâl ile alakalı musîbetleri anlatan sünnete gelince: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hasır üzerine yatmış ve o hasırın izi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sırtında ve yan tarafında iz yapmıştı. Bunu gören Ömer (radıyallahu anh) ağlamış ve 'Kayserler ve Kisralar kuş tüyü yataklarda yatıyor Ya Rasûlullah!” dediğinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştu:
“Ey Ömer! Benim hakkımda şüphe içinde misin? Dünya onların, ahiret de bizim olsun istemez misin?”
Sözlü olan musibetleri anlatan sünnete gelince Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Eğer dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı ondan kâfire bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmîzi, 2320)
Akıl da askerleriyle sabrı takviye eder. Örneğin akıl şöyle der: Bana göre kati deliller vardır ki kaderde bir hikmetin olduğunu ispatlar. Sabit olan temel bir şeyi cahilin zannıyla delemem.
Allah'a inanan kişi kiralık bir işçi gibidir. Gündüz vakti tutulan bu işçinin çamur içinde çalıştığı saat boyunca temiz elbiseler giymesi gerekmez. Bilakis bu işçi çalıştığı sürece sabreder; işi bittiği zaman da en güzel elbisesini giyer. Kim iş zamanı lüksünü ve rahatını isterse o kişi ücret zamanı pişman olur. Verilen görevi yapmadığı için de ceza görür. İşin bu kısmı sabrı daha çok takviye eder.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Tehlikeli Tuzaklar
Ve andolsun ki, sana ve o senden öncekilere vahyedildi ki: 'Eğer şirk koşarsan, elbette amelin boşa gider ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.' (Zümer Sûresi 65. âyet meali)
📌Duadâ Şirk:
Bu Allah’dan başkasından, peygamberler veya evliyâdan, rızık, hastalıklara şifâ ya da buna benzer şeyler talep ederek duâ etmektir.
Zîrâ Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve Allah'ın dışında sana menfaat sağlamayan ve sana zarar vermeyene duâ etme. Fakat (böyle) yaparsan, o takdirde muhakkak ki sen o zaman zâlimlerdensin.” (Yûnus Sûresi 106. âyet meali) buyurmaktadır.
Burada “Zâlimler”, “Müşrikler” anlamındadır.
📌Niyet ve Arzuda Şirk:
Bir kişinin amelinde, genelde ve ayrıntıda Allah’tan başkasına yönelmesidir. Buna “Îtikâdda şirk” denir.
“Kim dünyâ hayatını ve ziynetini/süsünü murâd eder ise, orada onlara amellerini îfâ ederiz ve onlar orada eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar, onlar ki, kendileri için Ahîret'te ateşten başkası yoktur. Ve orada yaptıkları boşa gitmiştir. Ve amel etmiş oldukları bâtıldır.” (Hûd Sûresi 15.16. âyet meali)
📌Sevgide Şirk:
Bu da Allah ile birlikte başkasını da Allah’ı sevdiği gibi veya daha çok ya da daha az sevmektir. Çünkü sevgi, insanın ihlâsla boyun eğmesinin sebebidir.
Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve insânlardan kimi (Yani arab müşrikleri), Allah'tan başkasını endâdenler (Ortaklar/İlâhlar) ediniyorlar da onları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Ve o îmân edenlerin Allah'a sevgisi daha şiddetlidir.” (Bakara Sûresi 165. âyet meali) buyurmaktadır.
📌İtaatte Şirk:
Allah’tan başkasını “Teşri” kanun koyma ve hükümde ortak tutmaktır. Zirâ hüküm, yalnızca Allah’a has bir haktır.
Allah Celle ve Â'lâ şöyle diyor: “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yûsuf Sûresi 40. âyet meali)
Âlimlerine veya şeyhlerine, Allah’a isyân sayılan bir ameli helâl sayarak uyanlar bu sınıftandırlar.
Bu konuda da Allah: “Onlar ahbârlarını ve ruhbânlarını Allah'ın dışında rabbler edindiler” (Tevbe Sûresi 31. âyet meali) buyurmaktadır.
(Ruhbân nasrânilerin âlimleri ve ahbâr yahûdilerin âlimleridir." (eş-Şevkânî, Fethu'l Kadîr, S.567)
Allah’ın Rasûlü bu âyeti Adiy b. Hatem için Tirmizî’deki sahih hadis ile şöyle açıklamaktadır: “Hristiyanlar ve Yahûdiler, âlimlerine, helâli haram, haramı da helâl kılmalarında itaat ediyorlardı.”
Kim Allah’tan başkası için şeriat koyma hakkı tanırsa, Allah’a isyân ile küfre girmiştir.
Çünkü Allah Celle ve Â'lâ şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o takdirde işte onlar, onlardır kâfirler” (Mâide Sûresi 44. âyet meali)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır: “Dikkat edin, yaratma ve emir O'nundur.” (A’râf Sûresi 54. âyet meali)
“Yaratma ve emir O'nundur” demek, bu hakkın başkasına nispet edilemeyeceğine işarettir. Kim, yaratmayı veya bir işi Allah’tan başkasına nispet ederse, en büyük şirki işlemiş ve İslâm’dan çıkmıştır. Aynı şekilde, Allah tüm kâinatın yaratıcısı ve bu kâinatları, nimetleriyle terbiye edicidir. Yalnız O, yarattıklarında tüm tasarruf haklarına sâhiptir. Yarattıkları için en iyi olanın ne olduğunu en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiçbir şey yaratmamıştır. Allah’tan başkası hiçbir şey yaratamadığı için, kendi benliğinde gizli olan en küçük şeyi dâhi bilemez. Bunu bilemediği hâlde yaratılmışlara en uygun ve yararlı olanın ne olduğunu nereden bilecektir? Bu sebeple insanlar tarafından konulan bütün kanunlar bâtıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek câiz değildir. Çünkü hüküm koyma hakkı ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının hükmetme hakkı asla yoktur. Allah Celle ve Â'lâ, Allah’dan başkasının kanunlarıyla hükmetmeye “Câhiliyye hükümleriyle hükmetme” adını vermiştir. Allah Celle ve Â'lâ böylece, kendi hükmünden daha hayırlı ve daha yüce bir hükmün olmadığını haber vermiştir.
📌Tasarrufta Şirk:
Bu, peygamberlerin ve evliyâların, kainatta tasarruf kudretleri olduğuna inanmaktır. Bu, peygamberler ve sâlih insanların güzel mevkilerini inkâr etmek ve görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Fakat sakıncalı olan, bunlara Allah’ın özel haklarından olan kudret, tasarruf, yarar ve zarar verme gibi sıfatları vermektir. Allah müşriklere sorduğunda: “Ve emri kim tedbîr eder? O vakit diyeceklerdir ki: Allah.” (Yûnus Sûresi 31. âyet meali)
📌Korkuda Şirk:
Allah’tan başkasının zarar ve yarar verdiğine inanmak veya korkuda başkalarını Allah’a denk görmektir. Örnek vermek gerekirse: Ölülerin, sağ olanlara zarar vermesinden korkmak yâhut vâcip olan amelleri terk etmeye neden olacak kadar bir otoriteden korkmak gibi. Ancak doğal olan korkmaya gelince, yırtıcı bir hayvan gibi veya bir zâlimden korkmak şeriatte câizdir (Şirk değildir.) Çünkü Allah Celle ve Â'lâ, Nebisi Mûsâ’yı (Aleyhisselâm) şu âyette korkmakla vasfetmiştir. “Böylece oradan korkarak, gözetleyerek çıktı” (Kasas Sûresi 21. âyet meali) Burada, meşru olan korku, insanın Allah’dan korkmasıdır. Esas korku da budur.
📌Tevekkülde Şirk:
Tevekkül, kulun işlerini Allah’a havale etmesi, dilediğinin elde edilmesi için Allah’a güvenmesidir.
Allah Celle ve Â'lâ: “Ve O ölmeyen Hayy'a tevekkül et.” (Furkân Sûresi 58. âyet meali) buyurmaktadır. Bunun için Allah’tan başkasına tevekkül etmek câiz değildir. Şirk olan tevekküle gelince: Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalpten tevekkül edip bağlanmaktır veya yaratılmış birinin Allah’tan başka rızık vereceğine veya rızkı keseceğine inanmaktır. Büyük şirk hakkında sözlerimize son vermeden önce, burada insanları uyarmamız gereken birçok konudan bazısına değinmek yerinde olacaktır. Bu değineceğimiz konular, çok tehlikeli oldukları hâlde, bunu söyleyen ve işleyenlerin birçoğu Allah’a şirk koştuklarının farkında değillerdir.
Şifayı doktora veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı kulun zekâsı, gayreti ve içtihâdına bağlamak. Kulların kanun koyabileceklerine dâir inanış. Ölüm nedenlerini, trafik kazâlarına veya yanlış ilaç kullanımına bağlamak gibi işlerdir. Bu ve benzeri şirk sözleri ve amelleri çoktur. Müslümanlar bunları bilip sakınmalıdır.
O ki, beni yaratan ve O bana hidâyet verendir. Ve O ki, O beni yediren ve içirendir. Ve hastalandığımda O bana şifâ verendir. Ve O ki, beni öldürür, sonra bana hayat verir. (Şu’arâ Sûresi 78-81. âyet meali)