İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.

Yazılar

Günâh & Tevbe

Günâh & Tevbe

İbn Kayyım (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir:

"Günâh, kişiyi tövbeye sevk ederse, çok ibadet etmekten daha hayırlı olabilir.

Seleften birinin şu sözünden kastedilen budur: 'Kişi bir günâh işler de onun sebebiyle cennete girer, ya da bir ibâdet yapar da onun sebebiyle cehenneme girer.'

'Nasıl yani?' dediler. Dedi ki: 'Kişi bir günâh işler ve onu düşünmeye devam eder. Ayağa kalktığında, oturduğunda veya yürüdüğünde günahını hatırlar, utanır, tövbe eder, af diler ve pişman olur. Bu, onun kurtuluşunun vesilesi olur.

Ve bir iyi iş yapar; onu düşünmeye devam eder. Ayağa kalktığında, oturduğunda veya yürüdüğünde onu hatırlar ve bu, onu kendini beğenme ve gururla doldurur. Bu ise onun felâketinin sebebidir."

Dolayısıyla günâh, onu ibâdet ve sâlih ameller yapmaya, tavrını değiştirmeye; Allah’tan korkmasına, O’nun huzurunda utanmasına, rezil olmasına, utancından başını öne eğmesine, pişmanlıkla ağlamasına ve Rabbinden af dilemesine yol açan bir etken olabilir.

Bu etkilerin her biri, kişinin gururlanmasına, gösteriş yapmasına ve insanları küçümsemesine neden olan bir ibadetten daha iyidir.

Şüphesiz bu tür bir günâh, Allah katında daha iyidir ve kendini beğenmiş, başkalarını küçümseyen birinden daha hayırlıdır.

Allah'a iyilik ettiğini sanan kimse, söylediklerinin aksini ima etse bile, Allah kalbindekine şahittir. Böyle bir kimse, kendisine değer vermeyen ve onun önünde küçük düşen insanlara karşı kin besleyebilir. Eğer kendini dürüstçe inceleseydi, bunu açıkça görürdü.”

📘Medaricü’s-Sâlikîn, 1/299

33 görüntlenme
bir ay önce
Takva Üzerine Bir Nasihat

Takva Üzerine Bir Nasihat

İbrahim b. İsmail b. Ebî Habîbe bildiriyor: Ömer b. Abdülaziz, valilerinden birine şöyle bir mektup yazdı:

“Allah’a karşı takvalı olmanı ve buyruklarına itaat etmeni öğütlerim. Zira Allah dostları, takva sayesinde Allah’ın gazabından kurtulmuş, takva ile O’nun dostluğunu kazanmış ve takva ile peygamberlere yoldaşlık etmişlerdir. Takva ile yüzleri nurlanmış, takva ile Yüce Yaratıcı’ya yönelmişlerdir.

Dünya fitnelerinden takva ile korunulur; ahiretteki sıkıntılar da takva ile aşılır. Allah, öncekiler için neye razı olduysa, sonrakiler için de sadece onlara razı olduğu şeyleri kabul edecektir. Öncekilerin hayatlarında sonrakiler için ibretler vardır. Allah’ın sünneti hepsinde birdir.

Sen de, senden öncekilerde olduğu gibi canın alınmadan önce nefsinle mücadeleni verip, üzerine düşen görevleri yerine getir. İnsanların nasıl öldüğünü, toplulukların nasıl dağıldığını görüyorsun. Ölümün kişiyi hemen tövbeye nasıl zorladığını, umutları nasıl kısa kıldığını, saltanat ve gücü nasıl bitiverdiğini bilmektesin. Kişiye öğüt olarak ölüm yeterlidir. İnsanlara dünyadan yüz çevirtip ahirete yönelmeleri için de bu yeterlidir.

Kötü bir ölümden ve ardından gelecek musibetlerden Allah’a sığınırız. O’ndan hayırlı bir ölüm ve sonrasında hayırlı bir akıbet dileriz. Ahiretine zarar verecek, dinini zedeleyecek ve Rabbinin gazabını celbedecek hiçbir söz ve fiile kalkışma!

Bil ki, kaderin gereği olarak rızkın senin bir çaban ve uğraşın olmadan da ne eksik ne de fazla olarak ayağına gelecektir. Dünya nimetlerinden sana ne takdir edilmişse, seni ona ulaştıracaktır.

Allah seni fakirlikle sınarsa, bu halde temiz kal; Rabbinin takdirine razı ol. Allah dünya malını senden uzak tutmuşsa, bil ki senin kısmetin budur. Ancak İslam’da, altın ve gümüşün yerine geçecek ve onların eksikliğini aratmayacak çok değerli şeyler vardır.

Allah’ın rızasına ermiş ve cennete girmiş bir kula, dünyada karşılaştığı fakirlik ve musibetlerin hiçbir zararı dokunmaz. Yine Allah’ın gazabına uğramış ve cehenneme girmiş biri için, dünyada elde ettiği zenginliklerin ve nimetlerin hiçbir faydası olmaz.

Cennettekiler, dünyada yaşadıkları zorlukları bir daha yaşamazlar; cehennemdekiler ise dünyada tattıkları hiçbir lezzeti bir daha bulamazlar. Her iki topluluk da, sanki dünyada hiç yaşamamış gibi hisseder.

*Ömürleri sona erip eceli gelenler için cenaze törenleri düzenleyip onları bir çukura koyuyorsunuz. O kişinin artık ne bir yastığı ne de bir yatağı vardır. Sevdiklerinden ayrılmış, sahip olduğu her şeyi geride bırakmıştır. Hesap verme vakti gelmiş, artık ameline göre muamele görecektir. Dünyada yaptığı iyi şeylere en çok o zaman muhtaç olacak; terk ettiği kötü şeylere ise hiç ihtiyaç duymayacaktır.

Bu sebeple, henüz ölüm gelip çatmadan ve ömürler tükenmeden Allah’a karşı takvalı olun!

Allah’a yemin olsun ki bu sözleri size söyleyen ben, sizin günahlarınızdan çok kendi günahlarımı biliyorum. O yüzden günahlarım için Allah’tan bağışlanma diliyor ve O’na tövbe ediyorum.”

Bu nasihat mektubu, hem yöneticilere hem de tüm müminlere zaman üstü bir öğüttür. Ömer b. Abdülaziz’in hikmeti ve takvaya daveti, bizlere hayatı ve ölümü doğru idrak etmemiz gerektiğini hatırlatır.

(Ebu Nuaym,Hilyetu’l Evliyâ)

285 görüntlenme
3 ay önce
İsm-i Âzam Dûası

İsm-i Âzam Dûası

Allâhumme innî es’eluke bi-enne lekel hamdu, lâ ilâhe illâ ente, el-Mennân, yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Bedîʿas-semâvâti vel-ard, yâ Zel-Celâli ve’l-İkrâm, yâ Hayyû yâ Kayyûm! Lâ ilâhe illâ ente, subhâneke innî kuntu mine’z-zâlimîn.

Allâhumme innî es’eluke bi-enneke entallâh, lâ ilâhe illâ ente, el-Ehadu’s-Samed, ellezî lem yelid ve lem yûled, ve lem yekun lehû kufuven ehad.

Elif lâm mîm. Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l-Hayyu’l-Kayyûm. Ve ilâhukum ilâhun vâhid, lâ ilâhe illâ huver-Rahmânu’r-Rahîm. Yâ Zel-Celâli ve’l-İkrâm, yâ Erhamer-Râhimîn!

Allâhumme innî es’eluke bi-enneke entallâh, lâ ilâhe illâ ente, el-Vâhid, el-Ehad, Ferdu’s-Samed, ellezî lem yelid ve lem yûled, ve lem yekun lehû kufuven ehad.

Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehû’l-mulku ve lehû’l-hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr. Lâ ilâhe illallâhu ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm.

Es’eluke bismik el-Aʿazzu’l-Ecellu’l-Ekrem. Rabbî, Rabbî, Rabbî, yâ Rabbî, yâ Rabbî, yâ Rabbî! Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehû’l-mulku ve lehû’l-hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr.

Elhamdu lillâhi ve subhânallâh. Vel hamdu lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm.

510 görüntlenme
3 ay önce
Ekmek İnfâk Eden Adam

Ekmek İnfâk Eden Adam

Ebu Burde (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:

“Ebu Musa el-Eş’ari (Radiyallahu Anh)’ın ölüm anı yaklaştığında oğullarına şöyle dedi;

Ey oğullarım! Ekmek infak eden adamı hatırlayın! Bir manastıra çekilerek, hayatını ibadetle geçiren bir adam vardı. Bu adam, yetmiş sene Allah’a kulluk yaptı. Bir gün dışarıya çıktı ve yolda bir kadın gördü. Bu gördüğü kadın, onun duygularını alevlendirdi! Bu adam, o kadınla beraber yedi gece geçirdi! Yani onunla yedi gece zina etti! (Subhanallah)

Sonra adamın gözlerinden gaflet perdesi kalktı. Buna müteakiben hemen tevbekar olarak yollara düştü. Bu işlemiş olduğu günahtan dolayı, her adımında Allah’a secde ediyor ve Allah’tan bağışlanmak diliyordu. Bu adam bir gece bir eve sığındı. Bu evin içerisinde on iki fakir insan oturuyordu. Acziyet ve ümitsizlik içinde kendini onların arasına attı. O bölgede oturan bir rahib, her gece bu fakirlere ekmek götürür ve her fakire bir ekmek verirdi. Her zaman olduğu gibi o akşam da geldi ve herkese ekmeğini verdi. Fakirlerden sandığı için tevbekar adamın önünden geçerken ona da bir ekmek uzattı. Bu sırada kendisine ekmek verilmeyen adam, rahibe:

Sana ne oluyor? Niçin bana ekmeğimi vermedin! dedi.

Rahib:

Sana ekmek vermediğimi mi sanıyorsun? Git herkese sor! Aranızda kimseye iki tane ekmek verdiğim olmuş mu? dedi.

Oradakiler:

Hayır! Hiçbirimiz iki tane ekmek almadık! dediler.

Rahib, ekmek almadım diyen kişiye:

Benim seni ekmekten mahrum ettiğimi mi sanıyorsun? Allah’a yemin olsun ki, sana bu gece ekmek yok! diye çıkıştı.

O anda tevbekar adam eline verilen ekmeği, ekmek almayan adama verdi. Sabah olduğunda tevbekar adam ölü olarak bulundu! Tevbekarın yetmiş senelik ibadeti ile yedi gecelik günahı (yani zinası) tartıldı ve yedi gece işlemiş olduğu günahı ağır geldi! Yani günahları ağır basmıştı! Sonra yedi gecenin karşına, infak ettiği bir ekmek konuldu, bu defa da infak ettiği bu ekmek, yedi geceden ağır geldi! Tevbekar adamı son anlarında infak ettiği o ekmek onu kurtarmıştır! (Allah-u Ekber)

Ebu Musa el-Eş’ari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Ey oğullarım! Ekmeği infâk eden o adamı hatırlayın ve ibret alın!”

Sıfatu’s-Safve, Ölüm Sekeratı ve Şiddeti 46, 47

121 görüntlenme
5 ay önce
İstiğfar ve Önemi Nedir?

İstiğfar ve Önemi Nedir?

İstiğfar, Allah'tan hata ve günâhlarının bağışlanmasını isteme, mağfiret (bağışlanma) dileğinde bulunma demektir. İçerisinde “istiğfar (bağışlanma dileği)” bulunan bütün dualara da “istiğfar duası” denir.

İstiğfar, müslüman bir insanın bir kul olarak kendini Allah'ın büyüklüğü karşısında bir yere koyması ve Allah'ın her şeye sahip olduğunu anlaması demektir. Kişi, Allah'ın kuludur. Kul, Allah'ın bir yasağını çiğnerse veya bir emrine aykırı hareket ederse günâh kazanır; yani Allah karşısında hata eder. Günâhları ise yalnızca Allah bağışlar. (Âl-i İmran Sûresi 135)

Kul, yaptığı hatanın farkına varır, pişman olur, ellerini açar ve Rabbinden bağışlanma diler, af olmayı bekler. Kulun böyle yapması, hem yaptığı hatadan dönmektir hem de Allah'ın büyüklüğüne yeniden teslim olmaktır. Kişi, bir hatayı yaptığı hâlde umursamaz, aldırmaz, hatta yaptığı hatanın iyi bir şey olduğunu düşünürse ve affedilmesi için Allah'a yönelmezse, bu tavır Allah'a karşı bir kibirdir/gururdur. Böyle bir ahlâk ancak inkârcıların/Kâfirlerin davranışıdır. Kul, Allah'ı sevdiğini, O'nun büyüklüğünü tanıdığını, O'ndan korktuğunu (ittika ettiğini), O'na sığındığını ve yalnızca O'ndan yardım dilediğini, Allah'tan bağışlanma (istiğfar) ile yerine getirir. Kulun en Yüce Makam karşısında acizliğini ve günahkârlığını dile getirmesi, Allah'ın rahmetine sığınması veya onu istemesi, çok önemli bir ibâdettir. Bu tavır, Allah'a olan bağlılığın ispatıdır.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, doğrusu O çok bağışlayandır (Gafur'dur).” (Nuh Sûresi 10)

İnsanların günahlarını tamamen gören ve bilen yalnızca Allah'tır. (Furkan Sûresi 58)

Öyleyse insanlar günahlarını yalnızca Allah'a itiraf ederler ve yalnızca O'ndan bağışlanma dilerler.

“Rabbinize istiğfar edin, sonra da O'na tevbe edin. Şüphe yok ki benim Rabbim Rahim'dir (merhamet sahibidir), Vedüd'tur (seven ve sevilendir).” (Hud Sûresi 90)

“Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru' diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir.” (Âl-i İmran Sûresi 16-17)

“(Amel) defterinin sayfasında çokça istiğfar bulana ne mutlu!” (İbn Mâce, Edeb 57, Hadis no: 3818, 2/1254)

"Ademoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edip Allah'tan affını dileyendir." (İbn Mâce, c. 2, s. 1420; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 3/198; et-Tâc, c. 5, s. 515)

İnsan günah işlediği zaman bunda ısrar etmemeli, hemen istiğfar ve tevbe etmelidir. İstiğfar, günâhın bağışlanmasını istemek; tevbe ise, günahtan vazgeçmektir. Allah'a istiğfar etmiş bir kimse, istiğfarından önce günah işlemiş de olsa affedileceği umulur. (Tirmizi, Deavât 107, Hadis no: 3559, 5/5958)

İstiğfarın yalnızca dil ile yapılması yetmez; bunun hem dil hem de kalp ile yapılması gerekir. Her ibadette olduğu gibi niyet çok önemlidir. İhlaslı bir şekilde bağışlanma isteyip de günahtan vazgeçeni Allah affedebilir.

**Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kim yatağına girince üç defa: ‘Estağfirullahe'lazim ellizi lâ ilâhe illa Hüve'l Hayyu'l Kayyum (Kendisinden başka ilah olmayan, diri ve her an yaratıkları gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanma dilerim)’ derse, Allah onu savaştan kaçmış olsa da bağışlar.” (Ebü Dâvud, Salât, Hadis no: 1517, 2/85; Tirmizi, Deavât 118, Hadis no: 3578, 5/569)

Peygamberin günde yüz kadar istiğfar etmesi, ümmetine tevbe ve istiğfarı öğretmek için olsa gerektir. Bir mü'min de günlük hayatında yüz kere olsun, tevbe ve istiğfar etmesi dini vazifelerindendir. İstiğfar devamlı olmalıdır. Dinimizde, ibadetin az da olsa devamlı olanı makbuldür. “Kim (günahlarına tevbe ederek) istiğfara devam ederse, Allah o kimseyi (dünyevi ve uhrevi) her darlıktan kurtarır, her gamdan, kederden azad eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Ebü Dâvud, 1/348)

Fakirlikten, kuraklıktan ve nice musibetten kurtuluş, istiğfar sayesinde verilen nimetlerdir: “Artık dedim, ‘Rabbinize istiğfar edin/O'ndan mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir. (O sayede) gök, üstünüze bol yağmur salıverir, sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır, size bağlar, bostanlar verir, size ırmaklar akıtır.’” (Nuh, 10-12)

Müslüman, insan olması dolayısıyla yanılıp hata edebilir, günaha düşebilir. Önemli olan günahta ısrar etmemek ve Allah'a istiğfar etmektir. Böyle yapmak imanın gereğidir. Müslüman, kendisi için bağışlanma dileğinde bulunabileceği gibi, ana babası, ölmüş olsalar bile diğer müslümanlar için de istiğfar edebilir ve bağışlanmalarını Allah'tan isteyebilir (İbrahim Sûresi 41 - Muhammed Sûresi 19)

Fakat, tevbeleri kabul edilmeyecek insanlar için bağışlanma dilemeleri yasaklanmıştır (Tevbe Sûresi 80)

Münafıklar için bağışlanma dileği yasaklandığı gibi (9/Tevbe, 84), yakın akrabası olsa bile müşrikler için de bağışlanma dilemek yasaklanmıştır (Tevbe Sûresi 113)

Allah'ın isimlerinden biri de “Gafur” veya “Gâfir” yani, istiğfar edenleri, bağışlanma isteyenleri çokça bağışlayandır (40/Mü'min, 3; 9/Tevbe, 173, 182, 218; Âl-i İmran, 31, 155; 8/Enfal, 70; 35/Fâtr, 53; 58/Mücadile, 2; 73/Müzzemmil, 20).

Allah (c.c.) aynı zamanda “Gaffâr”dır. Yani günahları çokça bağışlayan, kullarını çok affedendir. (20/Tâhâ, 82; 38/Sâd, 66; 39/Zümer, 5; 71/Nuh, 10; 40/Mü'min, 42) O halde müslümanlar her zaman Allah'ın Gafur ismine sığınırlar, hatalarının bağışlanması için yalnızca O'ndan yardım dilerler ve samimi bir dilekle O'na tevbe ederler.

"Günahından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, 11/1460)

216 görüntlenme
bir yıl önce
Tevhid ve Allah

Tevhid ve Allah

Selef, Allah’ın tevhidini ve Allah’ı isim ve sıfatlarıyla beraber Sünnet kitaplarında zikredip bunu Kur’ân’ı anlamanın yolu Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisleri olduğunu bilerek yaptılar. Böylece kim Allah’a iman edip Kur’ân’ı doğru şekilde anlamak istiyorsa, ona düşen Sünneti ve onun açıklamasını takip etmektir.

Bugün kim isim ve sıfatlar Tevhid’inde bidat grupların yoluna düşerek sapkınlığa girerse, bu duruma düşmedeki sebepleri Kur’ân’ın doğru tefsirine inanma ve takip etmekte olan kusurlarıdır. Bu durumda kim sünnete bakıp da Allah’ın, O’nun isimlerinin ve sıfatlarının anlatımlarını okursa onu doğru anlayıp inanmanın anahtarının Allah’ın ve Peygamberinin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerine rivayet edildiği gibi harfiyyen inanıp onun manasında bir harf bile olsun tahrif etmemenin olduğunu anlar.

Sünnet ehli arasında yüce Allah’a Kur’ân’da, Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayetlerinde ve sahabenin (radıyallahu anhum) eserlerinde geçtiği gibi inanmak genel prensip haline gelmiştir.

İsimler ve sıfatlar tevhidinde kaçınılması gereken şeyler şunlardır:

-Tahrif (Çarpıtma) Kelimelerin anlamını başka şeyler ile değiştirmek manasında mesela “yed” (el) kelimesinin güç, kudret anlamına geldiğini iddia etmek gibi.

-Ta’til (Geçersiz kılma) Kelimelerin anlamını reddedip geçersiz kılma manasında, mesela Allah’ın kelam etmediğini/konuşmadığını iddia etmek gibi.

-Teşbih (Benzetme) Yaratanı yaratılanlara benzetme manasında, mesela Allah’ın görmesi kulların görmesi gibi olduğunu iddia etmek gibi.

-Tekyif (Keyfiyetlendirme) İsim ve sıfatların anlamını şartlandırma manasında, mesela Allah’ın en alttaki semaya inişini açıklamaya çalışmak gibi.

-Tefvid (Anlamını Düşürme) mesela el, yüz gibi kelimelerin kendisini kabul ettikten sonra anlamının bilinmediğini iddia etmek, böylece o sıfatın gerçek anlamına inanmamak

Selefin bu husustaki menheci ise şu kelimelerle özetlenmiştir:

El-Velid b. Müslim (V. 195H) dedi ki: Süfyan es-Sevri, Malik b. Enes, el-Evzai ve el-Leys ibn Saad’a ru’yet (Allah’ı görmek) ve sıfat (Allah’ın sıfatları) hadislerini sordum. Onlar dedi ki: ‘Olduğu gibi kabul et ve hiçbir şekilde tefsir etme (yorumlama)! (Mücemu’l Mukri, sy.111)

Ve Ahmed b. Nasr (V. 231H) dedi ki: Süfyan ibn Uyeyne’ye şöyle sordum: ‘Ey Ebu Muhammed, sana birşey sormak istiyorum’ dedi ki: ‘Sorma’ Dedim ki: ‘Sana sormazsam kime sorayım?’ bunun üzerine ‘Öyleyse sor’ dedi. Dedim ki: ‘Şu rivayet edilen hadisler hakkında ne dersin: Kalpler iki parmağının arasında, Allah onu pazarlarda zikreden kişilere şaşırır veya güler hadisi?’ Bunun üzerine dedi ki: Rivayet edildiği gibi ve keyfiyetini (nasıl olduğunu) vasfetmeden kabul et! (Merasil, Ebu Davud, sy.182, es-Siyer 8/467)

244 görüntlenme
bir yıl önce
Benden Mağfiret Dileyin | Kudsî hadis

Benden Mağfiret Dileyin | Kudsî hadis

Sa’d bin Abdulaziz, Rabia bin Yezid, Ebu İdris Havlanî ve Ebu Zer Cundüb bin Cunâde’den rivâyet olunduğuna göre, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbinden (celle celaluhu) naklettiği bir Kudsî hadiste: Allah-u Teâ’ala buyuruyor ki:

“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Sizin aranızda da onu haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin. Kullarım! Benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz sapıklığa düşmeye mahkûmsunuz. Hidayet isteyin, sizi doğru yola ileteyim. Kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz aç kalmaya mahkûmsunuz. Benden rızık isteyin, size rızık vereyim. Kullarım! Ben giydirdiklerimden başka hepiniz çıplak kalmaya mahkûmsunuz. Benden giyecek isteyin, sizi giydireyim.

Ey kullarım! Siz, gece gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları bağışlarım. Benden mağfiret dileyin, sizi bağışlayayım.

Kullarım! Siz bana zarar veremezsiniz ki, zarar veresiniz. Fayda veremezsiniz ki faydanız dokunsun.

Ey kullarım! Siz insanıyla ciniyle birincinizden en sonuncunuza varıncaya kadar hepiniz, en muttaki bir kişinin kalbi üzere olsanız, bu benim mülkümde hiçbir şey artırmaz. Yine ilkinizden en sonuncunuza, insanınız cininiz (hepiniz), en facir bir kimsenin kalbi üzere olsanız, (hepiniz küfre, fısk-u fücura sapsanız) bu da benim mülkümden bir şey eksiltmez.

Ey kullarım! Önce ve sonra geleniyle bütün insan ve cinler bir meydanda toplanıp benden isteseler, ben onların her birine tüm istediklerini versem, benim hazinemden bir şey eksilmiş olmaz. Bu, denize batırılan bir iğnenin deniz suyundan su eksiltmesi gibidir. Kullarım! Ben sizin bütün amellerinizi sayıyor ve tespit ediyorum. Sonra da karşılığını (eksiksiz olarak) vereceğim. Yaptığının karşılığı olarak hayra ve sevaba kavuşan Allah’a (celle celaluhu) hamdetsin. Başka şeyler bulan da sadece kendisini kınasın.” (Müslim)

149 görüntlenme
bir yıl önce
İbnu’l-Cevzî - Mukaddes İlim

İbnu’l-Cevzî - Mukaddes İlim

Ey oğlum, Allah’ın sınırlarıyla nasıl ilgilendiğini gözlemle ve onu nasıl muhafaza ettiğine bak. Şüphesiz ona bağlı kalan bağlı tutulur, ihmal edense terkedilir. Mücadelemi gözlemlemen için sana şimdi kendimden bazı tecrübelerimi zikrediceğim ve muvaffak kılınmayı diliyorum. Şüphesız bana verilmiş çoğu lütfu ben kendim kazanmadım aksine bana el-Latif’in tedbiriyle verildi.

Çocukluğumu hatırlıyorum, himmeti yüksek, kendinden büyük çocuklarla aynı mektepte oturan altı yaşında bir çocuk. Rızıklandırıldığım akıl, şuyuhlar(yaşlı adamlar)ın aklından üstündü. Diğer çocuklarla yolda oyun oynadığımı hatta sesli güldüğümü bile hatırlamıyorum. Hatta yedi yaş civarına geldiğimde camide ders halkalarına katıldım. Boş lafın olduğu halkalarda oturmazdım, aksine bana hadis anlatacak muhaddise taliptim. Bana uzun senediyle nakleder, işittiğim herşeyi hıfzeder ve sonra eve döndüğümde onları yazardım. Şeyh’im Ebu Fazl İbni Nasir rahimehullah ile muvaffak kılındım. Beni farklı ulemaya taşır, Müsned’i ve diğer büyük eserleri dinletirdi. Bunları neden yaptırıldığımı bilmiyordum. Hocam işittiğim herşeyi yazdı ve büluğa erdiğimde bana bu kaydettiklerini verdi. O ölünceye dek rahimehullah onun yanındaydım ve onun aracılığı ile hadis ve nakil ilmini öğrendim.

Çocuklar Dicle (nehri) kenarına iner köprü üzerinde oynarlardı. Bense küçükken elime cüz alır insanlardan uzak kıyıda oturur, ilim ile meşgul olurdum.

Sonra bana zühdlük ilham edildi, devamlı oruç tutup yediklerimi aza indirgedim. Bu yola baş koydum, azmettim ve seher vaktine kadar uyanık kaldım ve sabırlı olmayı nefsime öğrettim. İlimlerden bir tanesi ile kanaat etmedim; bu yüzden fıkıh, vaaz verme, hadis dinledim ve zahidlere tabi oldum. Sonra lugat (dil bilimi) ilmi okudum. Yaşadığım yerde inzivaya çekilmis yada vaaz eden kimseyi terk etmedim. Uzaktan gelen böyle kimse ile kendimi kuşattım ve kendimi faziletle düzelttim. Ve iki şey arasında tercih yapmak zorunda kalsam el-Hakk’ın hakkını tercih ettim.

Hayatımı tasarladı, O ki beni ıslah ederek en güzel şekilde yetiştirdi. Haset eden ve bana ihanet edebilecek düşmanları def etti. Beni mukaddes ilim için hazırladı ve bana hiç beklenmedik yerlerden kazanç gönderdi. Beni fehimle, hızlı hıfz (ezber) ile ve gelişmiş yazıyla rızıklandırdı. Beni dünya’da hiç birşeye muhtaç bırakmadı. Bilakis yeterli miktarda ve fazla ziyadesiyle yolladı. insanlarin kalblerinde beni kabullendirdi ve onlar sıhhatini araştırma gereği duymaksızın, onları sözlerimle etkiledim. Yaklaşık iki yüz Zimmet ehli benim ellerimle İslam oldu, yüzbinden fazla günahkarda benim meclislerimde tevbe etti. Yirmi binden fazla adamda cehaletlerinden tevbe ettiklerini duyurdu.

Farklı şeyhlerin hadis meclislerine katılırdım, kimse beni geçmesin diye nefesim kesilene dek koşardım. Sabah olduğunda birşeyim yoktu yemedim ve akşam olduğunda da birşeyim yoktu. Allah beni mahlukat karşısında hiç alçaltmadı, ve lakin benim onurumu korumak için beni rızıklandırdı. Doğrusu benim bütün tecrübelerimi aktarmam çok uzun zaman alır.

Ve şimdi burdayım ve benim neler başardığımı görebiliyorsun. Sana bütün hikayeyi tek bir cümleyle aktarayım. O da Allah’ın şu kavlidir:

“Allah’tan korkun! Allah size (en doğrusunu) ögretiyor!..” (Bakara Sûresi 282. âyet meali)

Hafız Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzi’nin Oğlu Ebu’l-Kasım Bedreddin Ali İbnu’l-Cevzi’ye Nasihatı

175 görüntlenme
bir yıl önce