İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.

Yazılar

İstiğfar ve Önemi Nedir?

İstiğfar ve Önemi Nedir?

İstiğfar, Allah'tan hata ve günâhlarının bağışlanmasını isteme, mağfiret (bağışlanma) dileğinde bulunma demektir. İçerisinde “istiğfar (bağışlanma dileği)” bulunan bütün dualara da “istiğfar duası” denir.

İstiğfar, müslüman bir insanın bir kul olarak kendini Allah'ın büyüklüğü karşısında bir yere koyması ve Allah'ın her şeye sahip olduğunu anlaması demektir. Kişi, Allah'ın kuludur. Kul, Allah'ın bir yasağını çiğnerse veya bir emrine aykırı hareket ederse günâh kazanır; yani Allah karşısında hata eder. Günâhları ise yalnızca Allah bağışlar. (Âl-i İmran Sûresi 135)

Kul, yaptığı hatanın farkına varır, pişman olur, ellerini açar ve Rabbinden bağışlanma diler, af olmayı bekler. Kulun böyle yapması, hem yaptığı hatadan dönmektir hem de Allah'ın büyüklüğüne yeniden teslim olmaktır. Kişi, bir hatayı yaptığı hâlde umursamaz, aldırmaz, hatta yaptığı hatanın iyi bir şey olduğunu düşünürse ve affedilmesi için Allah'a yönelmezse, bu tavır Allah'a karşı bir kibirdir/gururdur. Böyle bir ahlâk ancak inkârcıların/Kâfirlerin davranışıdır. Kul, Allah'ı sevdiğini, O'nun büyüklüğünü tanıdığını, O'ndan korktuğunu (ittika ettiğini), O'na sığındığını ve yalnızca O'ndan yardım dilediğini, Allah'tan bağışlanma (istiğfar) ile yerine getirir. Kulun en Yüce Makam karşısında acizliğini ve günahkârlığını dile getirmesi, Allah'ın rahmetine sığınması veya onu istemesi, çok önemli bir ibâdettir. Bu tavır, Allah'a olan bağlılığın ispatıdır.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, doğrusu O çok bağışlayandır (Gafur'dur).” (Nuh Sûresi 10)

İnsanların günahlarını tamamen gören ve bilen yalnızca Allah'tır. (Furkan Sûresi 58)

Öyleyse insanlar günahlarını yalnızca Allah'a itiraf ederler ve yalnızca O'ndan bağışlanma dilerler.

“Rabbinize istiğfar edin, sonra da O'na tevbe edin. Şüphe yok ki benim Rabbim Rahim'dir (merhamet sahibidir), Vedüd'tur (seven ve sevilendir).” (Hud Sûresi 90)

“Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru' diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir.” (Âl-i İmran Sûresi 16-17)

“(Amel) defterinin sayfasında çokça istiğfar bulana ne mutlu!” (İbn Mâce, Edeb 57, Hadis no: 3818, 2/1254)

"Ademoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edip Allah'tan affını dileyendir." (İbn Mâce, c. 2, s. 1420; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 3/198; et-Tâc, c. 5, s. 515)

İnsan günah işlediği zaman bunda ısrar etmemeli, hemen istiğfar ve tevbe etmelidir. İstiğfar, günâhın bağışlanmasını istemek; tevbe ise, günahtan vazgeçmektir. Allah'a istiğfar etmiş bir kimse, istiğfarından önce günah işlemiş de olsa affedileceği umulur. (Tirmizi, Deavât 107, Hadis no: 3559, 5/5958)

İstiğfarın yalnızca dil ile yapılması yetmez; bunun hem dil hem de kalp ile yapılması gerekir. Her ibadette olduğu gibi niyet çok önemlidir. İhlaslı bir şekilde bağışlanma isteyip de günahtan vazgeçeni Allah affedebilir.

**Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kim yatağına girince üç defa: ‘Estağfirullahe'lazim ellizi lâ ilâhe illa Hüve'l Hayyu'l Kayyum (Kendisinden başka ilah olmayan, diri ve her an yaratıkları gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanma dilerim)’ derse, Allah onu savaştan kaçmış olsa da bağışlar.” (Ebü Dâvud, Salât, Hadis no: 1517, 2/85; Tirmizi, Deavât 118, Hadis no: 3578, 5/569)

Peygamberin günde yüz kadar istiğfar etmesi, ümmetine tevbe ve istiğfarı öğretmek için olsa gerektir. Bir mü'min de günlük hayatında yüz kere olsun, tevbe ve istiğfar etmesi dini vazifelerindendir. İstiğfar devamlı olmalıdır. Dinimizde, ibadetin az da olsa devamlı olanı makbuldür. “Kim (günahlarına tevbe ederek) istiğfara devam ederse, Allah o kimseyi (dünyevi ve uhrevi) her darlıktan kurtarır, her gamdan, kederden azad eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Ebü Dâvud, 1/348)

Fakirlikten, kuraklıktan ve nice musibetten kurtuluş, istiğfar sayesinde verilen nimetlerdir: “Artık dedim, ‘Rabbinize istiğfar edin/O'ndan mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir. (O sayede) gök, üstünüze bol yağmur salıverir, sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır, size bağlar, bostanlar verir, size ırmaklar akıtır.’” (Nuh, 10-12)

Müslüman, insan olması dolayısıyla yanılıp hata edebilir, günaha düşebilir. Önemli olan günahta ısrar etmemek ve Allah'a istiğfar etmektir. Böyle yapmak imanın gereğidir. Müslüman, kendisi için bağışlanma dileğinde bulunabileceği gibi, ana babası, ölmüş olsalar bile diğer müslümanlar için de istiğfar edebilir ve bağışlanmalarını Allah'tan isteyebilir (İbrahim Sûresi 41 - Muhammed Sûresi 19)

Fakat, tevbeleri kabul edilmeyecek insanlar için bağışlanma dilemeleri yasaklanmıştır (Tevbe Sûresi 80)

Münafıklar için bağışlanma dileği yasaklandığı gibi (9/Tevbe, 84), yakın akrabası olsa bile müşrikler için de bağışlanma dilemek yasaklanmıştır (Tevbe Sûresi 113)

Allah'ın isimlerinden biri de “Gafur” veya “Gâfir” yani, istiğfar edenleri, bağışlanma isteyenleri çokça bağışlayandır (40/Mü'min, 3; 9/Tevbe, 173, 182, 218; Âl-i İmran, 31, 155; 8/Enfal, 70; 35/Fâtr, 53; 58/Mücadile, 2; 73/Müzzemmil, 20).

Allah (c.c.) aynı zamanda “Gaffâr”dır. Yani günahları çokça bağışlayan, kullarını çok affedendir. (20/Tâhâ, 82; 38/Sâd, 66; 39/Zümer, 5; 71/Nuh, 10; 40/Mü'min, 42) O halde müslümanlar her zaman Allah'ın Gafur ismine sığınırlar, hatalarının bağışlanması için yalnızca O'ndan yardım dilerler ve samimi bir dilekle O'na tevbe ederler.

"Günahından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, 11/1460)

62 görüntlenme
2 ay önce
Tevhid ve Allah

Tevhid ve Allah

Selef, Allah’ın tevhidini ve Allah’ı isim ve sıfatlarıyla beraber Sünnet kitaplarında zikredip bunu Kur’ân’ı anlamanın yolu Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisleri olduğunu bilerek yaptılar. Böylece kim Allah’a iman edip Kur’ân’ı doğru şekilde anlamak istiyorsa, ona düşen Sünneti ve onun açıklamasını takip etmektir.

Bugün kim isim ve sıfatlar Tevhid’inde bidat grupların yoluna düşerek sapkınlığa girerse, bu duruma düşmedeki sebepleri Kur’ân’ın doğru tefsirine inanma ve takip etmekte olan kusurlarıdır. Bu durumda kim sünnete bakıp da Allah’ın, O’nun isimlerinin ve sıfatlarının anlatımlarını okursa onu doğru anlayıp inanmanın anahtarının Allah’ın ve Peygamberinin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerine rivayet edildiği gibi harfiyyen inanıp onun manasında bir harf bile olsun tahrif etmemenin olduğunu anlar.

Sünnet ehli arasında yüce Allah’a Kur’ân’da, Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayetlerinde ve sahabenin (radıyallahu anhum) eserlerinde geçtiği gibi inanmak genel prensip haline gelmiştir.

İsimler ve sıfatlar tevhidinde kaçınılması gereken şeyler şunlardır:

-Tahrif (Çarpıtma) Kelimelerin anlamını başka şeyler ile değiştirmek manasında mesela “yed” (el) kelimesinin güç, kudret anlamına geldiğini iddia etmek gibi.

-Ta’til (Geçersiz kılma) Kelimelerin anlamını reddedip geçersiz kılma manasında, mesela Allah’ın kelam etmediğini/konuşmadığını iddia etmek gibi.

-Teşbih (Benzetme) Yaratanı yaratılanlara benzetme manasında, mesela Allah’ın görmesi kulların görmesi gibi olduğunu iddia etmek gibi.

-Tekyif (Keyfiyetlendirme) İsim ve sıfatların anlamını şartlandırma manasında, mesela Allah’ın en alttaki semaya inişini açıklamaya çalışmak gibi.

-Tefvid (Anlamını Düşürme) mesela el, yüz gibi kelimelerin kendisini kabul ettikten sonra anlamının bilinmediğini iddia etmek, böylece o sıfatın gerçek anlamına inanmamak

Selefin bu husustaki menheci ise şu kelimelerle özetlenmiştir:

El-Velid b. Müslim (V. 195H) dedi ki: Süfyan es-Sevri, Malik b. Enes, el-Evzai ve el-Leys ibn Saad’a ru’yet (Allah’ı görmek) ve sıfat (Allah’ın sıfatları) hadislerini sordum. Onlar dedi ki: ‘Olduğu gibi kabul et ve hiçbir şekilde tefsir etme (yorumlama)! (Mücemu’l Mukri, sy.111)

Ve Ahmed b. Nasr (V. 231H) dedi ki: Süfyan ibn Uyeyne’ye şöyle sordum: ‘Ey Ebu Muhammed, sana birşey sormak istiyorum’ dedi ki: ‘Sorma’ Dedim ki: ‘Sana sormazsam kime sorayım?’ bunun üzerine ‘Öyleyse sor’ dedi. Dedim ki: ‘Şu rivayet edilen hadisler hakkında ne dersin: Kalpler iki parmağının arasında, Allah onu pazarlarda zikreden kişilere şaşırır veya güler hadisi?’ Bunun üzerine dedi ki: Rivayet edildiği gibi ve keyfiyetini (nasıl olduğunu) vasfetmeden kabul et! (Merasil, Ebu Davud, sy.182, es-Siyer 8/467)

135 görüntlenme
5 ay önce
Benden Mağfiret Dileyin | Kudsî hadis

Benden Mağfiret Dileyin | Kudsî hadis

Sa’d bin Abdulaziz, Rabia bin Yezid, Ebu İdris Havlanî ve Ebu Zer Cundüb bin Cunâde’den rivâyet olunduğuna göre, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbinden (celle celaluhu) naklettiği bir Kudsî hadiste: Allah-u Teâ’ala buyuruyor ki:

“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Sizin aranızda da onu haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin. Kullarım! Benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz sapıklığa düşmeye mahkûmsunuz. Hidayet isteyin, sizi doğru yola ileteyim. Kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz aç kalmaya mahkûmsunuz. Benden rızık isteyin, size rızık vereyim. Kullarım! Ben giydirdiklerimden başka hepiniz çıplak kalmaya mahkûmsunuz. Benden giyecek isteyin, sizi giydireyim.

Ey kullarım! Siz, gece gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları bağışlarım. Benden mağfiret dileyin, sizi bağışlayayım.

Kullarım! Siz bana zarar veremezsiniz ki, zarar veresiniz. Fayda veremezsiniz ki faydanız dokunsun.

Ey kullarım! Siz insanıyla ciniyle birincinizden en sonuncunuza varıncaya kadar hepiniz, en muttaki bir kişinin kalbi üzere olsanız, bu benim mülkümde hiçbir şey artırmaz. Yine ilkinizden en sonuncunuza, insanınız cininiz (hepiniz), en facir bir kimsenin kalbi üzere olsanız, (hepiniz küfre, fısk-u fücura sapsanız) bu da benim mülkümden bir şey eksiltmez.

Ey kullarım! Önce ve sonra geleniyle bütün insan ve cinler bir meydanda toplanıp benden isteseler, ben onların her birine tüm istediklerini versem, benim hazinemden bir şey eksilmiş olmaz. Bu, denize batırılan bir iğnenin deniz suyundan su eksiltmesi gibidir. Kullarım! Ben sizin bütün amellerinizi sayıyor ve tespit ediyorum. Sonra da karşılığını (eksiksiz olarak) vereceğim. Yaptığının karşılığı olarak hayra ve sevaba kavuşan Allah’a (celle celaluhu) hamdetsin. Başka şeyler bulan da sadece kendisini kınasın.” (Müslim)

91 görüntlenme
6 ay önce
İbnu’l-Cevzî - Mukaddes İlim

İbnu’l-Cevzî - Mukaddes İlim

Ey oğlum, Allah’ın sınırlarıyla nasıl ilgilendiğini gözlemle ve onu nasıl muhafaza ettiğine bak. Şüphesiz ona bağlı kalan bağlı tutulur, ihmal edense terkedilir. Mücadelemi gözlemlemen için sana şimdi kendimden bazı tecrübelerimi zikrediceğim ve muvaffak kılınmayı diliyorum. Şüphesız bana verilmiş çoğu lütfu ben kendim kazanmadım aksine bana el-Latif’in tedbiriyle verildi.

Çocukluğumu hatırlıyorum, himmeti yüksek, kendinden büyük çocuklarla aynı mektepte oturan altı yaşında bir çocuk. Rızıklandırıldığım akıl, şuyuhlar(yaşlı adamlar)ın aklından üstündü. Diğer çocuklarla yolda oyun oynadığımı hatta sesli güldüğümü bile hatırlamıyorum. Hatta yedi yaş civarına geldiğimde camide ders halkalarına katıldım. Boş lafın olduğu halkalarda oturmazdım, aksine bana hadis anlatacak muhaddise taliptim. Bana uzun senediyle nakleder, işittiğim herşeyi hıfzeder ve sonra eve döndüğümde onları yazardım. Şeyh’im Ebu Fazl İbni Nasir rahimehullah ile muvaffak kılındım. Beni farklı ulemaya taşır, Müsned’i ve diğer büyük eserleri dinletirdi. Bunları neden yaptırıldığımı bilmiyordum. Hocam işittiğim herşeyi yazdı ve büluğa erdiğimde bana bu kaydettiklerini verdi. O ölünceye dek rahimehullah onun yanındaydım ve onun aracılığı ile hadis ve nakil ilmini öğrendim.

Çocuklar Dicle (nehri) kenarına iner köprü üzerinde oynarlardı. Bense küçükken elime cüz alır insanlardan uzak kıyıda oturur, ilim ile meşgul olurdum.

Sonra bana zühdlük ilham edildi, devamlı oruç tutup yediklerimi aza indirgedim. Bu yola baş koydum, azmettim ve seher vaktine kadar uyanık kaldım ve sabırlı olmayı nefsime öğrettim. İlimlerden bir tanesi ile kanaat etmedim; bu yüzden fıkıh, vaaz verme, hadis dinledim ve zahidlere tabi oldum. Sonra lugat (dil bilimi) ilmi okudum. Yaşadığım yerde inzivaya çekilmis yada vaaz eden kimseyi terk etmedim. Uzaktan gelen böyle kimse ile kendimi kuşattım ve kendimi faziletle düzelttim. Ve iki şey arasında tercih yapmak zorunda kalsam el-Hakk’ın hakkını tercih ettim.

Hayatımı tasarladı, O ki beni ıslah ederek en güzel şekilde yetiştirdi. Haset eden ve bana ihanet edebilecek düşmanları def etti. Beni mukaddes ilim için hazırladı ve bana hiç beklenmedik yerlerden kazanç gönderdi. Beni fehimle, hızlı hıfz (ezber) ile ve gelişmiş yazıyla rızıklandırdı. Beni dünya’da hiç birşeye muhtaç bırakmadı. Bilakis yeterli miktarda ve fazla ziyadesiyle yolladı. insanlarin kalblerinde beni kabullendirdi ve onlar sıhhatini araştırma gereği duymaksızın, onları sözlerimle etkiledim. Yaklaşık iki yüz Zimmet ehli benim ellerimle İslam oldu, yüzbinden fazla günahkarda benim meclislerimde tevbe etti. Yirmi binden fazla adamda cehaletlerinden tevbe ettiklerini duyurdu.

Farklı şeyhlerin hadis meclislerine katılırdım, kimse beni geçmesin diye nefesim kesilene dek koşardım. Sabah olduğunda birşeyim yoktu yemedim ve akşam olduğunda da birşeyim yoktu. Allah beni mahlukat karşısında hiç alçaltmadı, ve lakin benim onurumu korumak için beni rızıklandırdı. Doğrusu benim bütün tecrübelerimi aktarmam çok uzun zaman alır.

Ve şimdi burdayım ve benim neler başardığımı görebiliyorsun. Sana bütün hikayeyi tek bir cümleyle aktarayım. O da Allah’ın şu kavlidir:

“Allah’tan korkun! Allah size (en doğrusunu) ögretiyor!..” (Bakara Sûresi 282. âyet meali)

Hafız Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzi’nin Oğlu Ebu’l-Kasım Bedreddin Ali İbnu’l-Cevzi’ye Nasihatı

126 görüntlenme
6 ay önce
Şeytanın Hileleri ve Tuzağı

Şeytanın Hileleri ve Tuzağı

Şeytanın en büyük hile ve tuzaklarından birinin, mal sahiplerini dünyalık emelleri peşinde koşturup, onları ahiretten ve ahirete ilişkin amellerden uzak tutan zevklerle meşgul etmesi olduğunu gördüm. Şeytan, toplamaya ve elde etmeye teşvik ederek onları malla meşgul ettiği zaman onlara malı korumalarını ve başkalarına vermemelerini emreder. İşte bu, şeytanın en sağlam hilelerinden ve en güçlü tuzaklarından biridir.

Sonra şeytan bu işte, bazı gizli hilelerin inceliklerini saklamıştır. Şöyle ki müminleri mal toplamaktan korkutmuş, ahiret talibini ondan nefret ettirmiş, tövbe edeni elindeki maldan kurtulmaya yönlendirmiştir.

Şeytan, onu züht hayatı yaşamak için teşvik etmeye devam etmekte, elindekileri terk etmeyi emretmekte ve kazanç yollarına karşı onu korkutmaktadır ki böylelikle kişinin samimiyeti ve dinini muhafaza ettiği ortaya çıksın. Bu olayın gizli taraflarında şeytanın acayip tuzakları vardır.

Bazen de şeytan, tövbe eden kişinin rehber edindiği şeyhlerden birinin dilinden konuşarak ona şöyle der: “Malından kurtul ve zahidler zümresine gir! Yiyebileceğin bir sabah veya akşam yemeğin bile olsa sen zahidlerden olamazsın ve azim mertebelerine ulaşamazsın.” Hatta bazen ona doğruluktan uzak, bir sebebe dayalı olarak ve bir mana için söylenmiş olan hadisleri tekrarlayıp durur.

Kişi elindekini verip kazanç kapıları kapandığında bu sefer dönüp ihvanla olan bağına tamah etmeye veya sultanın sohbetinde bulunmak ona güzel görünmeye başlar. Çünkü bu yola giren kişi züht ve dünyayı terk etme yolunda yürümeye sayılı günler dayanabilir. Sonra mizaç geri gelir ve isteklerini talep etmeye başlar. Böylece kaçmış olduğu şeyden daha çirkin bir duruma düşer. Sonunda isteklerini elde etme uğrunda ilk olarak dinini ve namusunu harcar, dinini ve namusunu ufak bir menfaat karşılığında çekinmeden pazarlar. Böylelikle alttaki (alan) el makamında kalır.

Eğer bu kişi, ricalin ve onların şereflilerinin hayatlarına baksa ve onların önde gelenleri hakkındaki doğru sözleri iyice düşünmüş olsa Halil İbrahim aleyhisselamın sahibi olduğu hayvanların yaşadığı beldeye sığmadığını, Lut aleyhisselamın, peygamberlerden çoğunun ve sahabeden büyük bir grubun da böyle olduğunu öğrenirdi.

Onlar ancak yokluk anında sabrettiler, ne hayatlarını idame ettirecek şeyleri kazanmaktan ve ne de var olan mubah şeyleri almaktan kaçındılar.

Ebu Bekir radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken ticaret yapmak üzere yolculuğa çıkardı. Sahabenin çoğu devlet hazinesinden aldıkları paranın kendilerine yetecek miktarından fazlasını muhtaç olan kardeşlerine verirlerdi. İbni Ömer radıyallahu anh ne kendisine verilen bir şeyi geri çevirir ne de başkasından bir şey isterdi.

Ben din ve ilim ehlindeki bu hâli etraflıca düşündüm ve gördüm ki başlangıçta ilim onların kazanç yollarına başvurmalarına engel oldu. Ne zaman ki hayatlarını sürdürecek şeye muhtaç kaldılar, o zaman zelil oldular. Oysa onlar aziz olmaya daha layıktılar.

Eskiden devlet hazinesi, ihvanın artıklarına onları muhtaç etmiyordu. Fakat şimdilerde devlet hazinesi yardımı olmayınca hiçbir mütedeyyin dininden bir şeyler (taviz) vermedikçe hiçbir şey yapamaz oldu. Keşke yapabilseydi! Bazen dini de telef olur ve hiçbir şey elde edemez.

Akıllı olanın yapması gereken elinde olanı koruması, bir zalimin tahakkümü altına girmemek ve bir cahilin yağcılığına maruz kalmamak için kazanmaya gayret etmesidir. Fakirlik hakkında birçok şeyler iddia eden sufîlerin böylesine yanlış görüşlerine iltifat edilmemesi de gerekir. Bile isteye fakirlik ancak acizlerin hastalığıdır. Bu kimseler serbest hareket etmekten korkar ve el açmayla yetinir. Böyle davranmak yiğitlerin mertebelerinden biri değildir, bu ancak ‘korkak zahidlerin’ makamlarındandır.

Verilen değil veren, sadaka alan değil veren olmak için çalışıp kazanmak işte bu cesur ve faziletli kimselerin mertebelerindendir. Bu hususu iyice düşünen kimse zenginliğin şerefini ve fakirliğin tehlikesini anlar.

(Saydul Hatr- Hatırlı Satırlar - İbnu'l-Cevzi)

531 görüntlenme
10 ay önce
Cehennemin Kapıları ve Hataların Esâsı

Cehennemin Kapıları ve Hataların Esâsı

İnsanlar cehenneme üç kapıdan gireceklerdir:

  1. Allah'ın dîni hususunda şüphelenip, bu şüphenin kendisini şekke götüren kimsenin gireceği şüphe kapısı.

  2. Allah'a itaat edip O'nun rızâsını alacağı yerde hevâsını öne geçirmek sûretiyle şehvetine uyanların gireceği şehvet kapısı.

  3. Mahlukâta karşı düşmanlığı getiren gazap kapısı.

Hataların ise esâsı üçtür:

  1. Kibir: Kuşkusuz bu İblis'i başından beri yönlendiren bir özelliktir.

  2. Hırs: Bu ise Âdem'i (aleyhisselâm) cennetten çıkarmıştır.

  3. Haset: Bu özellik ise, insanoğlunu, kardeşine karşı bazı şeyler yapmaya kadar götürmüştür. Öyleyse kim bu üç özellikten sakınırsa, şerden korunmuş olur.

Kuşkusuz küfür kibirden kaynaklanır, günâhlar hırstan ve azgınlıkla zulüm de hasetten kaynaklanır.

İbn Kayyım el-Cevziyye, El Fevâid

287 görüntlenme
10 ay önce
Kıyâmetin İsimleri

Kıyâmetin İsimleri

Kıyâmetin ve âhiret gününün dikkat çeken özelliklerinden birisi, onun Kur'ân’da değişik isimlerle geçmesidir. Her isim kıyâmetin ayrı bir özelliğini belirtmektedir. O isimlerden bâzıları şunlardır:

  1. es-Sâat “Muhakkak ki Saat, elbette gelecektir, onda bir kuşku yoktur.” (Mü'min/Ğâfir sûresi 59. âyet meali)

  2. Yevmu’l-Ba‘s “Ve o ilim ve îmân verilenler dediler ki: 'Andolsun ki, Allah'ın Kitâb'ında (yazılmış olan) ba's/yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu ba's günüdür. Ve lâkin siz ilmetmeyenler oldunuz.” (Rum sûresi 56 âyet meali)

  3. Yevmu’d-Din “Dîn Günü'nün Mâlik'idir.” (Fatiha sûresi 3. âyet meali)

  4. Yevmu’l-Hasret “Ve onları emir kazâ edildiğinde hasret günüyle inzâr et (tehdit tarzında bildiri)” (Meryem sûresi 39. âyet meali)

  5. ed-Dâru’l-Âhira “Ve muhakkak ki Âhiret diyârı, elbette gerçek hayât odur” (Ankebut sûresi 64. âyet meali)

  6. Yevmu’t-Tenâd “Ve ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin üzerinize nidâlaşma gününden korkuyorum.” (Kıyâmet günü, ateş ehli Cennet ehline nidâ eder/seslenir) (Mü'min/Ğâfir sûresi 32. âyet meali)

  7. Dâru’l-Karâr “Ey kavmim! Bu dünyâ hayâtı ancak bir metâdır. Ve muhakkak ki Âhiret, o istikrâr diyârıdır.” (Mü'min/Ğâfir sûresi 39. âyet meali)

  8. Yevmu’l-Fasl “Bu, o kendisini yalanlamış olduğunuz Fasl Günü'dür.” (Saffât sûresi 21. âyet meali)

  9. Yevmu’l-Cem'i “Ümmü'l-Kurâ'yı (Şehirlerin anası) ve çevresindekileri inzâr etmen ve kendisinde kuşku olmayan Toplanma Günü'nden inzâr etmen için.” (Şûrâ sûresi 7. âyet meali)

  10. Yevmu’l-Hisâb “Bu, Hesâb Günü için size vaad edilendir.” (Sâd sûresi 53. âyet meali)

  11. Yevmu’l-Vaîd “Ve Sûr'a nefhedilir. Bu, vaîd günüdür.” (Kâf sûresi 20. âyet meali)

  12. Yevmu’l-Hulûd “Ona selâm ile dâhil olun. Bu, muhalledlik (ebedîlik) günüdür.” (Kâf sûresi 34. âyet meali)

  13. Yevmu’l-Hurûc “Sayhayı hakk ile işitecekleri gün. Bu, hurûc (çıkış) günüdür.” (Kâf sûresi 42. âyet meali)

  14. el-Vâkia “Vâkia vukû bulduğunda (Kıyamet koptuğunda)” (Vâkia sûresi 1. âyet meali)

  15. el-Hâkka “Hâkka. (Kıyâmet) Nedir Hâkka? Ve Hâkka'yı sana bildiren nedir?” (Hâkka sûresi 1. 2. 3. âyet meali)

  16. et-Tâmmetu’l-Kübrâ “Artık büyük baskın (Kıyâmet) geldiğinde;.” (Nâziat sûresi 34. âyet meali)

  17. es-Sâhha “Derken sağır eden ses geldiğinde.” (Abese sûresi 33. âyet meali)

  18. el-Ezife “Yaklaşan yaklaştı.” (Necm sûresi 57. âyet meali)

  19. el-Kâria “Kâria. (Kıyâmet) Nedir Kâria? Ve Kâria'yı sana bildiren nedir?” (Kâria sûresi 1. 2. 3. âyet meali)

312 görüntlenme
bir yıl önce
Şeriatın Hikmeti

Şeriatın Hikmeti

"Şeriatın temeli ve esası hikmetler, kulların dünyâda ve âhirette maslahatları eksenindedir. Şeriatın tamamı adalettir, rahmettir, maslahattır, hikmettir. Adaletten zulme, rahmetten rahmetin tam tersine, maslahattan mefsedete, hikmetten abese sıyrılıp çıkan her şey velev ki teville şeriata girdirilmiş dâhi olsa asla şeriattan değildir. Zirâ şeriat Allah'ın kulları arasındaki adaleti, mahlûkatı arasındaki merhameti yeryüzündeki gölgesi, kendisine ve Rasûlü'nün doğruluğuna mükemmel ve dosdoğru şekilde işaret eden hikmetidir.

Şeriat Allah'ın görenlerin kendisiyle gördüğü ışığı, hidâyet bulanların kendisiyle hidâyet bulduğu hidâyet rehberi, her hastanın tam manasıyla iyileşeceği şifâsı, üzerinde sebât edenin dosdoğru yol üzere istikamette bulunacağı dosdoğru yoludur.

Şeriat gözlerin nuru, kalplerin hayatı, ruhların lezzetidir. Hayat gıda, ilaç, ışık, şifâ ve korunma ancak şeriatladır.

Varlık içerisindeki her hayır ancak şerîattan elde edilmiş ve onun sayesinde hâsıl olmuştur. Varlık içerisindeki her eksikliğin sebebi şeriatın zâyi edilmesinden kaynaklıdır. Şâyet zâyi edilmesinin yanı sıra kalan şer'i hükümler ve esaslar bulunmasaydı dünyâ harap olur, âlem dürülürdü.

Şeriat insanların koruyucusu âlemin düzgün bir şekilde devamlılığını sağlayan esasıdır.

Allah gökleri ve yeri sarsılıp zevâl bulmaktan şeriat ile tutup muhafaza etmektedir.

Allah dünyânın harap olmasını âlemin dürülmesini irâde etse şeriatın kalan esaslarını kendisine yükseltir.

Allah'ın Rasûlü ile gönderdiği şeriat âlemin temel direği, dünyâda ve âhirette mutluluk ve felâhın kutbudur."

(İ'lâmu'l-Muvakkiîn, c. 3, s. 12)

453 görüntlenme
bir yıl önce