Bil ki; Tevhid, her tür noksanlıktan münezzeh olan Allah’ı ibadette birlemektir. Bu husus Allah’ın kullarına gönderdiği bütün rasullerin ortak dinidir. Onların ilki Nûh Aleyhisselam’dır. Yüce Allah onu kavmi Sâlihler; Vedd, Suva, Ye’us, Ye’uk ve Nesr hakkında aşırıya gittikleri vakit göndermiştir.
Onların sonuncusu ise Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir. O, bu sâlihlerin suretlerini parçalamıştır. Yüce Allah onu ibadet eden, hacceden, sadaka veren ve Allah’ı çokça zikreden bir kavme göndermiştir. Lakin onlar mahlûkattan bazısını Allah ile kendi aralarına vasıtalar koyarak şöyle derlerdi “Onlardan sadece bizi Allah’a yakınlaştırmalarını ve Allah katında şefaatçi olmalarını istiyoruz.” Tıpkı meleklere, İsa b. Meryem Aleyhisselam’a ve sâlihlerden diğer bir takım insanlara yaptıkları gibi.
Yüce Allah Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i onlara, babaları olan İbrahim Aleyhisselam’ın dinini yenilemek ve onlara bu tür bir yakınlaşmanın ve itikadın sadece Allah’ın hakkı olduğunu ve bu konuda –değil bir başkasına- mukarreb bir meleğe ve de gönderilmiş bir peygambere dahi bir şey yöneltilemeyeceğini bildirmek için göndermiştir.
Ne var ki müşrikler Yüce Allah’ın yaratan -tek ve ortağı olmayan- olduğuna, Allah’tan başka kimsenin yaratıp rızık veremeyeceğine, hayatverip öldüremeyeceğine, yedi kat gök ve içinde bulunanların, yedi kat yer ve içinde bulunanların onun kulları ve onun tasarrufu ve kahrı altında olduklarına şahitlik ediyorlardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendileriyle savaştığı müşriklerin bu tevhidi ikrar ettiklerine dair delil görmek istiyorsan, Yüce Allah’ın şu ayetlerini oku!
De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlere sahip olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir? Onlar: “Allah’tır!” diyecekler. O halde “(O’na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?” de. (Yunus sûresi 31)
De ki: “Yeryüzü ve içindekiler kime aittir, eğer biliyorsanız (söyleyin)?” “Allah’ındır” diyecekler. “Peki düşünmez misiniz?” de! “Yedi göğün Rabbi kimdir? Ya büyük Arşın Rabbi?” de! “Allah’ındır!” diyecekler. “(O’ndan) korkmuyor musunuz?” de! “Her şeyin mülkiyetini elinde bulunduran, koruyan fakat korunma ihtiyacı olmayan kimdir? Eğer biliyorsanız söyleyin” de! “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse nasıl aldatılıyorsunuz?” de! (Mü’minun sûresi 84-89)
Bu ayetler dışında onların bunu ikrar ettiklerini gerçekten ortaya koyan birçok delil vardır. Ne var ki; bu ikrarları onları, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in çağırdığı Tevhid’e girmelerini sağlamıyordu. Böylelikle sen onların inkâr ettikleri Tevhid’in, zamanımızdaki müşriklerin “İtikat” diye isimlendirdikleri İbadet Tevhid’i olduğunu öğrenmiş oldun.
Onlar ki, gece gündüz korkarak ve umarak Allah’a dua ederler sonra meleklere, peygamberlere ve sâlihlere, salahlarından ve Allah’a yakınlıklarından dolayı kendilerine şefaat etmeleri için dua ederler. Lat gibi sâlih (addedilen) bir adama dua ederler veya İsa Aleyhisselam gibi bir peygambere… Sen böylece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onlarla bu hususta savaştığını ve onları ibadeti bütünüyle Allah’a has kılmaya davet ettiğini anlamış oldun.
Tıpkı Yüce Allah’ın buyurduğu gibi:
*Mescidler bütünüyle Allah’ındır. O halde Allah’tan başkasına dua etmeyin. (Cin sûresi 18) *
*Gerçek dua yalnızca O’nadır. O’ndan başka dua ettikleri ise kendilerine hiçbir cevap veremezler. (Ra’d sûresi 14)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dinin bütünüyle Allah’ın olması; duanın, kurbanın, adak adamanın, istiğasenin ve ibadet çeşitlerinin tümünün yalnız Allahu Teâlâ’ya yöneltilmesi için onlarla savaştığını anlamış ve onların Rububiyyet Tevhidi’ni ikrar etmelerinin onların İslam’a girmelerini sağlamadığını bilmiş oldun.
Onların kanlarını ve mallarını helal sayan hususun; meleklere, peygamberlere ve sâlihlere karşı olan yönelmeleri, onlardan şefaat istemeleri ve bununla Allah’a yaklaşmaya çalışmaları olduğunu öğrenmiş ve böylelikle Rasullerin davet edip, müşriklerin ikrar etmekten yüz çevirdikleri Tevhid’i de öğrenmiş oldun.
İşte bu Tevhid, senin “La İlahe İllallah” sözünün ma’nasıdır.
Onların nezdinde ilah, bu tür işler için kendisine yönelinen varlıktır. Bu bir melek, bir peygamber, bir veli ya da bir ağaç, bir kabir veyahut ta bir cin olabilir. Onlar (Araplar) ilah kelimesini “yaratan, rızık veren, işleri tedbir eden” ma’nasında kullanmıyorlardı. Onlar bütün bunların, daha önce de geçtiği üzere Allah’a ait olduğunu ikrar etmekteydiler. Onlar ilah kelimesi ile günümüzdekilerin “Seyyid (Efendi)” lafzıyla kast ettikleri ma’nayı kast ediyorlardı.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara gelip, onları Kelime-i Tevhid olan “La İlahe İllallah” kelimesine davet etti.
Bu kelimeden murad sadece lafzını telaffuz etmek değil bilakis (lafzıyla beraber) ma’nasıdır. Cahil kâfirler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu kelime ile ne kast ettiğini çok iyi biliyorlardı. Bu kelimenin taallukta (kendisine bağlanma hususunda) Allah’ı birleyip, O’ndan başka ibadet edilen her şeyi reddedip onlardan teberri etme (uzaklaşma) ma’nasına geldiğini biliyorlardı. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara “La İlahe İllallah” deyiniz, dediği vakit onlar şöyle dediler:
Bütün ilahları tek bir ilah mı yaptı? Gerçekten bu şaşılacak bir şeydir! (Sad sûresi 5)
Sen bu cahil kâfirlerin bu kelimenin ma’nasını bildiklerini öğrendiğin zaman, bundan daha çok şaşılacak olan şeyin İslam iddiasında bulunup da, cahil kâfirlerin bile bildiği bu kelimenin ma’nasını bilemeyenlerin durumu olduğunu anlamış olursun.
Bilakis onlar ma’nasına kalben itikat etmeksizin, sadece harfleri ile telaffuz etmenin yeterli olacağını zannediyorlar. Ve onlardan daha mahir olanlar bu kelimenin ma’nasının -Allah’tan başka yaratan, rızık veren, öldüren, dirilten ve işleri tedbir edenin olmaması- olarak zannederler. Cahil kâfirlerin bile “La İlahe İllallah” kelimesinin ma’nasını kendisinden daha iyi bildikleri bir adamda hayır yoktur.
Ve andolsun ki, sana ve o senden öncekilere vahyedildi ki: 'Eğer şirk koşarsan, elbette amelin boşa gider ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.' (Zümer Sûresi 65. âyet meali)
📌Duadâ Şirk:
Bu Allah’dan başkasından, peygamberler veya evliyâdan, rızık, hastalıklara şifâ ya da buna benzer şeyler talep ederek duâ etmektir.
Zîrâ Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve Allah'ın dışında sana menfaat sağlamayan ve sana zarar vermeyene duâ etme. Fakat (böyle) yaparsan, o takdirde muhakkak ki sen o zaman zâlimlerdensin.” (Yûnus Sûresi 106. âyet meali) buyurmaktadır.
Burada “Zâlimler”, “Müşrikler” anlamındadır.
📌Niyet ve Arzuda Şirk:
Bir kişinin amelinde, genelde ve ayrıntıda Allah’tan başkasına yönelmesidir. Buna “Îtikâdda şirk” denir.
“Kim dünyâ hayatını ve ziynetini/süsünü murâd eder ise, orada onlara amellerini îfâ ederiz ve onlar orada eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar, onlar ki, kendileri için Ahîret'te ateşten başkası yoktur. Ve orada yaptıkları boşa gitmiştir. Ve amel etmiş oldukları bâtıldır.” (Hûd Sûresi 15.16. âyet meali)
📌Sevgide Şirk:
Bu da Allah ile birlikte başkasını da Allah’ı sevdiği gibi veya daha çok ya da daha az sevmektir. Çünkü sevgi, insanın ihlâsla boyun eğmesinin sebebidir.
Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve insânlardan kimi (Yani arab müşrikleri), Allah'tan başkasını endâdenler (Ortaklar/İlâhlar) ediniyorlar da onları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Ve o îmân edenlerin Allah'a sevgisi daha şiddetlidir.” (Bakara Sûresi 165. âyet meali) buyurmaktadır.
📌İtaatte Şirk:
Allah’tan başkasını “Teşri” kanun koyma ve hükümde ortak tutmaktır. Zirâ hüküm, yalnızca Allah’a has bir haktır.
Allah Celle ve Â'lâ şöyle diyor: “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yûsuf Sûresi 40. âyet meali)
Âlimlerine veya şeyhlerine, Allah’a isyân sayılan bir ameli helâl sayarak uyanlar bu sınıftandırlar.
Bu konuda da Allah: “Onlar ahbârlarını ve ruhbânlarını Allah'ın dışında rabbler edindiler” (Tevbe Sûresi 31. âyet meali) buyurmaktadır.
(Ruhbân nasrânilerin âlimleri ve ahbâr yahûdilerin âlimleridir." (eş-Şevkânî, Fethu'l Kadîr, S.567)
Allah’ın Rasûlü bu âyeti Adiy b. Hatem için Tirmizî’deki sahih hadis ile şöyle açıklamaktadır: “Hristiyanlar ve Yahûdiler, âlimlerine, helâli haram, haramı da helâl kılmalarında itaat ediyorlardı.”
Kim Allah’tan başkası için şeriat koyma hakkı tanırsa, Allah’a isyân ile küfre girmiştir.
Çünkü Allah Celle ve Â'lâ şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o takdirde işte onlar, onlardır kâfirler” (Mâide Sûresi 44. âyet meali)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır: “Dikkat edin, yaratma ve emir O'nundur.” (A’râf Sûresi 54. âyet meali)
“Yaratma ve emir O'nundur” demek, bu hakkın başkasına nispet edilemeyeceğine işarettir. Kim, yaratmayı veya bir işi Allah’tan başkasına nispet ederse, en büyük şirki işlemiş ve İslâm’dan çıkmıştır. Aynı şekilde, Allah tüm kâinatın yaratıcısı ve bu kâinatları, nimetleriyle terbiye edicidir. Yalnız O, yarattıklarında tüm tasarruf haklarına sâhiptir. Yarattıkları için en iyi olanın ne olduğunu en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiçbir şey yaratmamıştır. Allah’tan başkası hiçbir şey yaratamadığı için, kendi benliğinde gizli olan en küçük şeyi dâhi bilemez. Bunu bilemediği hâlde yaratılmışlara en uygun ve yararlı olanın ne olduğunu nereden bilecektir? Bu sebeple insanlar tarafından konulan bütün kanunlar bâtıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek câiz değildir. Çünkü hüküm koyma hakkı ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının hükmetme hakkı asla yoktur. Allah Celle ve Â'lâ, Allah’dan başkasının kanunlarıyla hükmetmeye “Câhiliyye hükümleriyle hükmetme” adını vermiştir. Allah Celle ve Â'lâ böylece, kendi hükmünden daha hayırlı ve daha yüce bir hükmün olmadığını haber vermiştir.
📌Tasarrufta Şirk:
Bu, peygamberlerin ve evliyâların, kainatta tasarruf kudretleri olduğuna inanmaktır. Bu, peygamberler ve sâlih insanların güzel mevkilerini inkâr etmek ve görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Fakat sakıncalı olan, bunlara Allah’ın özel haklarından olan kudret, tasarruf, yarar ve zarar verme gibi sıfatları vermektir. Allah müşriklere sorduğunda: “Ve emri kim tedbîr eder? O vakit diyeceklerdir ki: Allah.” (Yûnus Sûresi 31. âyet meali)
📌Korkuda Şirk:
Allah’tan başkasının zarar ve yarar verdiğine inanmak veya korkuda başkalarını Allah’a denk görmektir. Örnek vermek gerekirse: Ölülerin, sağ olanlara zarar vermesinden korkmak yâhut vâcip olan amelleri terk etmeye neden olacak kadar bir otoriteden korkmak gibi. Ancak doğal olan korkmaya gelince, yırtıcı bir hayvan gibi veya bir zâlimden korkmak şeriatte câizdir (Şirk değildir.) Çünkü Allah Celle ve Â'lâ, Nebisi Mûsâ’yı (Aleyhisselâm) şu âyette korkmakla vasfetmiştir. “Böylece oradan korkarak, gözetleyerek çıktı” (Kasas Sûresi 21. âyet meali) Burada, meşru olan korku, insanın Allah’dan korkmasıdır. Esas korku da budur.
📌Tevekkülde Şirk:
Tevekkül, kulun işlerini Allah’a havale etmesi, dilediğinin elde edilmesi için Allah’a güvenmesidir.
Allah Celle ve Â'lâ: “Ve O ölmeyen Hayy'a tevekkül et.” (Furkân Sûresi 58. âyet meali) buyurmaktadır. Bunun için Allah’tan başkasına tevekkül etmek câiz değildir. Şirk olan tevekküle gelince: Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalpten tevekkül edip bağlanmaktır veya yaratılmış birinin Allah’tan başka rızık vereceğine veya rızkı keseceğine inanmaktır. Büyük şirk hakkında sözlerimize son vermeden önce, burada insanları uyarmamız gereken birçok konudan bazısına değinmek yerinde olacaktır. Bu değineceğimiz konular, çok tehlikeli oldukları hâlde, bunu söyleyen ve işleyenlerin birçoğu Allah’a şirk koştuklarının farkında değillerdir.
Şifayı doktora veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı kulun zekâsı, gayreti ve içtihâdına bağlamak. Kulların kanun koyabileceklerine dâir inanış. Ölüm nedenlerini, trafik kazâlarına veya yanlış ilaç kullanımına bağlamak gibi işlerdir. Bu ve benzeri şirk sözleri ve amelleri çoktur. Müslümanlar bunları bilip sakınmalıdır.
O ki, beni yaratan ve O bana hidâyet verendir. Ve O ki, O beni yediren ve içirendir. Ve hastalandığımda O bana şifâ verendir. Ve O ki, beni öldürür, sonra bana hayat verir. (Şu’arâ Sûresi 78-81. âyet meali)