Allah bizi ve sizi takva üzere korusun ve bizi ve sizi doğru yola yönelmede muvaffak etsin!
Bundan sonra;
Sünnetten ona sarılmak için nefsine sabrı öğreten, onun vâsıtasıyla farklı fikirlerdeki şüpheleri, dalâlet ehlinin uydurduğu işlerdeki azgınlıkları senden uzaklaştıran bir şeyi sana izâh etmemi istedin. Sana (cevâbımda) apaçık bir menhec izâh ettim ki, orada kendime ve sana nasihat etmeyi ihmâl etmedim. (Bu yazıma) rüşd ve hidâyet sahibi Allah'a hamd etmekle başladım.
Söylenilmeye en layık, şükür edilmeye en layık olan Allah'a hamd eder, senâ eder (O'nu yüceltir)im. (Allah) Tekdir, Samed’dir. O'nun ne eşi (hayat arkadaşı / yoldaşı), ne de oğlu (çocuğu) vardır. Benzeri olmaktan münezzehtir. O'nun benzeri ve dengi yoktur. İşitendir, Görendir, Bilendir, Her Şeyden Haberdardır. Yenilmez ve Yücedir. Arşın üzerine (dilediği gibi, O'na layık tarzda, zatıyla) istivâ etmiştir ve ilmi ile yarattıklarına yakındır. İlmi her şeyi ihâta etmiştir. Yarattıkları üzerine önceden yazılmış kaderi uygulamıştır.
"(Allah,) Gözlerin hâinliğini ve göğüslerin gizlediklerini bilir." (Mü'min Sûresi 19. âyet meali)
Mahlûkat (yaratılmışlar) O'nun (olacakları önceden bilen, olayları olmadan önce bilen) sâbık ilmi ile amel ederler.
(Allah) onları hayır ve şerden ibâret hangi maksat için yaratmışsa yaratılanlar onu icrâ ederler. (Yaptıkları) itaatten (Allah'ın izni olmadan) kendilerine bir fayda vermeye, (Allah'ın izni olmadan) kendilerinden bir günâhı uzaklaştırmaya kâdir değildirler. (Allah) yaratılmışları onlara hiç bir ihtiyaç duymadan kendi isteği ile yaratmıştır.
Meleklerin hepsini (Kendine) itaat (etmeleri) için yaratmış, onları Fıtri olarak (Kendisine) ibâdet üzere yaratmıştır. Onlardan öyle melekler vardır ki, O'nun kudreti ile arşı taşırlar ve onlardan bir diğer grup ise arşının etrafında (Allah'ı) tesbih ederler. Diğerleri de (O'na) hamd getirerek O'nu takdis eder(yüceltir)ler. (Allah) onlardan (insan) elçilerine (göndermek için) elçiler seçmiştir. Bazıları da O'nun (emrettiği) işlerini idâre ederler.
Sonra Âdem (aleyhisselâm)'ı eliyle yarattı ve onu cennetine yerleştirdi. Bundan önce ise onu (Âdem’i) yer için (orda yaşaması için) yaratmıştı. Ona bir ağaçtan (meyva yemeyi) yasaklamıştı ki, ondan (meyva) yiyeceğini kaderinde daha önceden yazmıştı. Sonra onu yasakladığı işle sınadı. Sonra düşmanı (İblis'i) onun üzerine musallat etti, buna göre de onu (ağaçtan meyve yemekle) aldatdı. (Allah) ondan yemesini yeryüzüne (düşmesine) bir sebep kıldı. (Âdem) onun (meyvasından) yemekten kurtulmak için hiç bir yol, ondan kaçınacak hiç bir imkân, çıkış yolu bulamadı.
Sonra onun zürriyetinden cennet için sâkinler yarattı ve onlar O'nun dileği ile onun (cennetin, cennet ehlinin) amelleriyle amel ederler, O'nun kudreti ve isteği ile (haklarında yazılmış amelleri) hayâta geçirirler. Yine onun zürriyetinden ateş (cehennem) için de sâkinler yarattı, onlara gözler yarattı ki, onunla (hakkı) göremezler, onlara kulaklar yarattı ki, onunla (hakkı) işitemezler, onlara kalpler yarattı ki, onunla (hakkı) anlayamazlar. Onlar bununla hak yoldan engellenmişlerdir. Sâbık kaderi ile (orada yazdığı gibi) ateş ehlinin amelleri ile amel ederler.
Îmân söz ve ameldir. Bu ikisi birbirlerinin aynısı, birbirine bağlı iki şey, iki ayrılmaz yoldaştırlar. Onların arasında fark görmüyoruz. Amelsiz îmân, îmânsız da amel yoktur. Mü'minler îmânda (birbirlerinden üstün olmakla) farklılaşırlar, bazıları diğerlerinden çok sâlih ameller işlerler. Günâhlar sebebiyle îmândan çıkmazlar, mâsiyet ve isyân etmekle kâfir olmazlar.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenneti (yani cennete girmesi) hakkında vâcib gördüğü (Aşere-i Mübeşşere'den olanlar gibi) kişilerden başka hiç kimse hakkında cenneti vâcib görmüyoruz ve kötü amel edenler hakkında da (kesinkes) cehenneme gireceklerine dâir şâhidlik etmiyoruz.
Kur'ân Allah'ın Kelâmı'dır, O'ndan gelmiştir. Mahlûk (yaratılmış) değildir ki, sonradan da yok olsun. Allah'ın kelimeleri, Allah'ın kudreti, O'nun vasfı ve sıfatlarının (hepsi) kâmildir, mahlûk değildir, dâimidir, ezelîdir. Sonradan yaratılmamışlardır ki, yok olsunlar. Rabbimiz önceden nâkıs (noksan) değildi ki, sonradan da (sıfatları ile) artsın. Sıfatları yaratılmışların sıfatına benzemekten uludur. Vasfedenlerin zekâları (O'nu vasfetmekten) acizdir. (O'ndan bir şey) istenildiğinde cevâpları ile yakındır. İzzetli olması ile (mahlûkattan) yetişilmeyecek derecede uzaktır.
Arşı üzerine istivâ etmiştir, yarattıklarından ayrıdır. Mevcuttur, yok ve kayıp değildir. Yaratılmışlar rızıkları bittiğinde, ömürleri sona erdiğinde kendi ecelleri ile ölürler. Sonra onlar (mezarın) sıkmasından sonra, kabirde (Allah, din ve peygamber hakkında) sorguya çekilecekler. Çürüdükten sonra diriltilecekler. Kıyâmet Günü, Rablerinin (huzuruna) toplanacaklar. Arz meydanında, mîzânların olduğu yerde, Allah'ın sayıp hesâba aldığı, onların ise unuttuğu (amellerinin yazılmış olduğu) divanların sayfalarının açılıp ortaya koyulduğu zaman, yarattıkları arasında Allah'tan başka birinin Hâkim olması durumunda (Yani eğer Allah'tan başkası o gün hâkim olsa, o günün sorgu-sualini bir başkası yapsa elli bin yıl çeker)
"Elli bin sene olan bir günde" (Meâric Sûresi 4. âyet meali)
O'na (Allah'a) hesap verecekler. Lakin Allah adaleti ile onlar arasında dünyadaki kaylule (öğle ile ikindi arası şekerleme yapma) vakti miktarındaki vakit çerçevesinde hüküm verecek.
"Ve O, hesâb görenlerin en sürâtlisidir" (En'âm Sûresi 62. âyet meali)
Onlar için bedbahtlık ve saadetten (ibâret bir hayat) başlattığı gibi, o gün de (Allah'a) dönecekler.
"Bir fırka Cennet'te ve bir fırka sâir (çılgın) ateşte" (Şûrâ Sûresi 7. âyet meali) Olacak.
O gün cennet ehli cennette ni'met bolluğu içinde olacaklar. Çeşit çeşit lezzetler içinde olacaklar. En faziletli kerâmet ile hoş vakit geçirecekler. O zaman onlar Rablerine bakacaklar (görecekler). O'na bakmakta (görmekte) hiç bir sıkıntı çekmeyecekler ve (O'nu gördüklerinde) şek-şüphe etmeyecekler. Yüzleri (Allah'ın) kerâmeti ile parlayacak, gözleri (O'nun) fazileti ile dâimi kalıcı nimet içinde O'na bakacaktır.
"Orada (cennette) onlara yorgunluk temâs etmez, Ve onlar oradan çıkarılmazlar." (Hicr Sûresi 48. âyet meali)
"...yemişleri ve gölgeleri dâimidir. İşte bu, o takvâ edenlerin âkibetidir. Ve kâfirlerin âkibeti Ateş'tir..." (Ra'd Sûresi 35. âyet meali) İnkâr ehli ise, Rableri ile onların arasında perde çekilecek, ateşte yanacaklar.
"Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazablandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır." (Mâide Sûresi 80. âyet meali)
"Ve o küfredenler için Cehennem ateşi vardır. Aleyhlerine kazâ edilmez, böylece ölsünler. Ve kendilerine onun azâbından hafifletilmez. İşte her küfrânda bulunanı böyle cezâlandırırız.." (Fâtır Sûresi 36. âyet meali) Allah'ın, ondan (cehennemden) çıkarmak istediği muvahhidler ise müstesnadır.
Emir sâhiplerine, Allah katında râzı kalınacak şeylerde itaat ve Allah katında gazâpla karşılık verilecek şeylerden kaçınmak (Vâciptir). Hadlerini aştıklarında ve zulüm ettiklerinde onlara karşı başkaldırmayı terk etmek, onlar(ın zulmüne sabretme) vasıtasıyla tebaasına, rahmet etmesi için Allah'a tevbe etmek (gereklidir).
Kıble ehlinin tekfirinden kaçınmak, dalâlet çıkarmadıkları müddetçe çıkardıkları bid'âtlerde onlardan (Bid'âtleri miktarında) uzaklaşmak gerekir. Onlardan kimi bir (küfre varan) dalâlet çıkarırsa kıble ehline karşı çıkmış ve dinden ayrılmıştır. Ondan uzaklaşmakla Allah'a yaklaşılır. O kimse terk edilir ve alçaltılır. Hastalığından (bid'âtinden) uzak durulur. Onun hastalığı (bid'ati) kuduz (hastalığın)dan daha tehlikelidir.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in halifesi olan Ebu Bekir es-Sıddık (radiyallahu anh)'ın (en) faziletli (sahâbe) olmasına i'tikad etmek gerekir. O, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra (Muhammed Ümmeti'nden olan) insanların en hayırlısıdır. İkinci olarak (bu ümmet içerisinde fazilette) el-Faruk'u söyleriz (ki) o, Ömer ibn'ul Hattâb (radiyallahu anh)'dır. Onların ikisi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vezirleri ve kabir yoldaşlarıdır. Üçüncü olarak (bu ümmet içerisinde fazilette) Zu'n Nureyn, Osman ibn Affan (radiyallahu anh)'ı söyleriz. Sonra ise fazilette ve takvada Ali ibn Ebi Talib (radiyallahu anh) gelir. Allah hepsinden razı olsun.
(Bu dördünden) sonra (fazilette) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cennet'le müjdelediği on neferden (Aşerei Mübeşşere'den) geriye kalanlar (Abd'ur Râhman ibn Avf, Ubeyde ibn Cerrâh, Sa'id ibn Zeyd, Sa'd ibn Ebi Vakkas, Ubeydullah ibn Tâlha ve Zübeyir ibn Avvam)'dır. Onların her birine karşı ve sonra onlardan sonra gelen diğer sahabelere karşı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tayin ettiği fazilet miktârında samimi sevgi beslemekteyiz. Allah onların hepsinden razı olsun!
Onların faziletli olduklarına i'tikad edilmeli, işledikleri hayırlı amelleri ile yâd edilmelidirler. Aralarında çıkan ihtilâflar hakkında (konuşmaya) dalmaktan çekiniriz. Onlar peygamberleri (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra yeryüzü ehlinin en hayırlılarıdırlar. Allah, Kendi peygamberine (sahabe olmaları için) onlardan râzı olmuştur ve onları dîninin yardımcıları olarak yaratmıştır. Onlar bu dînin imamları, Müslümanların en seçkin şahsiyetleridirler. Allah onların hepsinden razı olsun!
Cuma namazına iştirak etmeyi terk etmeyiz. Bu ümmetin adil ve faciri arkasında -(küfre varan) bid'atten temiz olduğu müddetçe- Cuma namazını kılmak gerekir. Eğer bir dalalet çıkarırsa arkasında namaz kılınmaz.
Adaletli veya zâlim (müslüman) yönetici ile cihâd ve hacc da (yerine getirilmelidir).
Seferlerde namazı kısaltmak, oruç tutmak ile oruç tutmamak arasında tercih yapmak (Sünnettendir), (seferi olan kişi) dilerse oruç tutar, dilerse tutmaz.
Bu sözler ve fiillerin üzerinde, geçmiş ve önceki hidâyet imamları ittifak ettiler. Allah'ın muvaffakiyeti ile tâbî olanlar kendilerine ibret alarak ve râzı kalarak bunlara sarıldılar. Sakındırıldıkları şeylerde ağır yük altına girmekten uzak durdular. Allah'ın yardımı ile doğru yola yöneltilmiş ve muvaffak olmuşlar. (Hak yola) tâbî olmaktan yüz çevirmemişler ki, kusurlu olsunlar. Ona, arttırmakla haddi aşmadılar ki, hadlerini aşmış olsunlar. Biz de Allah'a güvenir, ona tevekkül eder, onların yoluna tabi olmamızı O'ndan dileriz.
Bu; Sünnet'in, Şerhi'dir. Onu açıklamaya çalıştım ve izâh ettim. Allah kimi bu beyan ettiğime amel etmekle beraber necâsete (bulaşmaktan) ihtiyat etmekle farzları edâ etmeye, itaat olan ameller için kâmil abdest almaya, namazları imkân dâhilinde edâ etmeye, varlıklıların zekât vermeye, varlıklıların ve imkân sahiplerinin hacc yapmaya, sağlam kimseler ramazan orucu tutmaya, Rasûlullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in Sünnet olarak koyduğu beş namazı, her gece vitr namazını, fecir (sabah) namazının iki Sünnetini, ramazan ve kurban bayramı namazlarını, eğer söz konusu olursa küsuf (güneş ve ay tutulması) namazlarını, ihtiyaç olduğunda (kuraklıkta) istiska (yağmur duası etmeye ve) namazını kılmaya, haramlardan çekinmeye, (fitne yaymak için) söz taşıyıp getirmekten, yalandan, gıybetten, haksız yere isyândan, Allah hakkında bilmediğini söylemekten kaçınmaya, kazançta, yiyecekte, Haramlar'da, içecekte, giyimde dikkatli olmaya, şehvetlerden çekinmeye riâyet etmesine -(bilmek lazımdır ki) bunların hepsi, en büyük Haramlardır ve kim (sürüsünü) koruluk etrafında otlatırsa her an (sürü) koruluğa girebilir (1) muvaffak ederse, kime bunları yapmayı sevdirirse, o, dînden olan doğru yol üzeredir, Allah'ın rahmetinden (payının olmasına) ümid edilir. Allah bizi ve seni, bol ve ezeli ihsânı, yüce ve en keremli Celâli ile en sağlam yoluna muvaffak etsin! Bize selâm söyleyenlere selâm olsun! Dalâlet ehli Allah'ın selâmından hiçbir şeye nail olmaz!
Âlemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun! Allah'ın hamdı ve ihsanı ile risale burada sona erdi. O'nun bol-bol hayır duası ve selamı Muhammed'in, onun ailesinin, sahabelerinin ve pak olan zevcelerinin üzerine olsun!
1) Bu sahihte geçen meşhur bir hadisten bir bölümdür. Rasûlullah (sallalahu aleyhi ve sellem) hadisinde şüpheli şeylerle amel edenleri koruluk etrafında koyun otlatan birisine benzetmekle, koyunların koruluğu geçebileceği gibi o insanın da harama her an girebileceğini izâh etmektedir. Müellif de bu manada hadisin, o kısmını iktibas etmiştir.
Hadisin; Müslim'deki lafzı ile tam metni şu şekildedir:* Ebu Abdillah bin en-Nu’man bin Beşir ‘den (radiyallahu anh), Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum: “Helal olan bellidir, haram da bellidir. İkisi arasında helale de harama da benzeyen ve insanların çoğunun hükmünü bilmediği şeyler vardır. Kim bu şüpheli olanlardan sakınırsa dinini ve namusunu korumuş olur. Kim de şüphelilere dalarsa sonunda harama dalar. (Bunun durumu) Koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir ki koruluğa dalması pek uzak değildir. Dikkat edin! Her sultanın bir koruluğu vardır. Allah’ın (celle celaluhu) koruluğu ise haram kıldıklarıdır. Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olduğunda, vücudun tamamı iyi olur. O bozulduğu zaman vücudun tamamı bozulur. Haberiniz olsun! O kalptir.”
Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace