İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.
15

Hicr Sûresi

99 Ayet
Paylaş
1
الٓر‌ۚ تِلْكَ ءَايَـٰتُ ٱلْكِتَـٰبِ وَقُرْءَانٍ مُّبِينٍ
- Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar Kitâb'ın ve apaçık Kur'ân'ın âyetleridir.
2
رُّبَمَا يَوَدُّ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ
- O küfredenler bir vakit gelir ki Müslüman olmayı arzu ederler.
# İbn Kesîr (rahimehullah) şöyle demiştir: "Âyet, onların içinde bulundukları küfürden dolayı nedâmet duyacaklarını: 'Dünyâ diyârında keşke Müslümanlarla birlikte olsaydık.' diye temennîde bulunacaklarını haber vermektedir. Yine denilmiştir ki: 'Bundan murâd olunan şudur ki her kâfir, ölüm ânı geldiğine: 'Keşke mü'min olsaydım.' diye arzu edecektir.' Diğer bir kavle göre ise bu, Kıyâmet Günü ile ilgili bir haberdir." (Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Hicr Suresi, 2. âyetin tefsîrinde)
3
ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ ٱلْأَمَلُ‌ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
- Bırak onları, yesinler ve faydalansınlar ve onları emelleri oyalasın. Artık yakında bileceklerdir.
4
وَمَآ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ
- Ve bir karyeyi -ve onun mâlûm/bilinen bir kitâbı olmaksızın- helâk etmedik.
# Levh-i mahfuz'da belirlenmiş bir vakti olmaksızın. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
5
مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَــْٔخِرُونَ
- Bir ümmet, ecelini geçemez ve geciktiremez.
6
وَقَالُواْ يَـٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِى نُزِّلَ عَلَيْهِ ٱلذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ
- Ve dediler ki: 'Ey o üzerine Zikir indirilen! Muhakkak ki sen elbette bir mecnûnsun!'
7
لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِٱلْمَلَـٰٓئِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّـٰدِقِينَ
- 'Bize melekleri getirmeli değil miydin, eğer sâdıklardan isen?'
8
مَا نُنَزِّلُ ٱلْمَلَـٰٓئِكَةَ إِلَّا بِٱلْحَقِّ وَمَا كَانُوٓاْ إِذًا مُّنظَرِينَ
- Hakk dışında melekleri indirmeyiz. Ve o zaman süre verilenler olmazlar.
9
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا ٱلذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَـٰفِظُونَ
- Muhakkak ki Biz, Zikr'i Biz indirdik. Ve muhakkak ki Biz, onu elbette koruyan biziz.
# Şeyhulİslâm İbn Teymiyye (rahimehullah) der ki: "Allah (subhânehû ve teâlâ) indirdiğini bu ümmet için muhâfaza buyurmuştur. Allah (subhânehû ve teâlâ) şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak ki Biz, Zikr'i Biz indirdik. Ve muhakkak ki Biz, onu elbette koruyan biziz.' Kur'ân'ın tefsîrinde veya hadîsin nakli ya da tefsîrinde bir hata yapılsa, şüphesiz ki Allah (subhânehû ve teâlâ) ümmet içerisinde bunu beyân edecek, hatâ yapanın hatâsına ve yalan söyleyenin yalanına dair delîli zikredecek kimseler ikâme eder. Şüphesiz ki bu ümmet, dalâlet üzere ictimâ etmez. Bu ümmet içerisinde, Kıyâmet'e kadar hakk üzere zâhir bir tâife hep olacaktır. Çünkü bu ümmet, ümmetlerin âhiridir, onların Nebîsi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra nebî gelmeyecektir, onların Kitâb'ından sonra kitâb gelmeyecektir. Daha önceki ümmetler tebdîl ve tağyîr yaptıkları zaman, Allah (subhânehû ve teâlâ) onlara beyânda emir ve nehiyde bulunacak bir nebî gönderiyordu. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra ise bir nebî yoktur. Allah (subhânehû ve teâlâ) inzâl buyurduğu zikri muhâfaza edeceğini garanti etmiştir. Şüphesiz ki bu ümmet, dalâlet üzere ictimâ etmez. Bilakis Allah (subhânehû ve teâlâ) her asırda bu ümmet için, onlar ile dînini muhâfaza edeceği, onlar ile sapkınların tahrîfini, dalâlete düşürenlerin haksızlığını ve cahillerin tevîlini bertaraf edeceği, ilim ve Kur'ân ehline mensub kimseleri ikâme eder." (Cevâbu's-Sahîh Limen Beddele Dîne'l-Mesîh, 3. cilt, 38.-39. sayfalar)
10
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِى شِيَعِ ٱلْأَوَّلِينَ
- Ve andolsun ki, senden önce evvelki topluluklara (da rasûller) gönderdik
11
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ
- Ve onlara bir rasûl gelmedi ki, onunla alay etmiş olmasınlar.
12
كَذَٲلِكَ نَسْلُكُهُۥ فِى قُلُوبِ ٱلْمُجْرِمِينَ
- İşte böylece onu mücrimlerin kalblerine sülûk ettiririz.
# İmâm Beğavî (rahimehullah) şöyle demiştir: ‘‘(İşte böylece onu sülûk ettiririz) Yani: Küfrü, tekzîbi (yalanlama) ve rasûllerle istihzâ (alay) etmeyi evvelki milletlerin kalplerine sülûk ettirdiğimiz gibi. (Sülûk ettiririz) Onu (kalplerine) dâhil ederiz/sokarız.’’ (el-Beğavî, Meâlim'ut-Tenzîl, C.4, S.370)
13
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِۦ‌ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ ٱلْأَوَّلِينَ
- Onlar ona îmân etmezler. Ve evvelkilerin sünneti geçmiştir.
14
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ فَظَلُّواْ فِيهِ يَعْرُجُونَ
- Ve eğer onların üzerine semâdan bir kapı açsak da oradan sürekli yükselseler.
15
لَقَالُوٓاْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَـٰرُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ
- Elbette diyeceklerdir ki: 'Gözlerimiz ancak sarhoş edilmiştir, bilakis biz sihirlenmiş bir kavimiz.'
16
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِى ٱلسَّمَآءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّـٰهَا لِلنَّـٰظِرِينَ
- Ve andolsun ki, semâda burclar kıldık ve bakanlar için onu süsledik.
17
وَحَفِظْنَـٰهَا مِن كُلِّ شَيْطَـٰنٍ رَّجِيمٍ
- Ve onu her bir racîm şeytândan koruduk.
# Recmedilmiş / Kovulmuş.
18
إِلَّا مَنِ ٱسْتَرَقَ ٱلسَّمْعَ فَأَتْبَعَهُۥ شِهَابٌ مُّبِينٌ
- Kulak hırsızlığı eden müstesna. Artık ona mubîn/apaçık bir şihâb tâbî olur.
# İmâm Şevkânî (rahimehullah) der ki: ''(Artık ona tâbî olur) Ona kavuşur veya ona yetişir. (Bir şihâb) Yıldız veya tutuşturulmuş parlak ateştir." (Fethu'l-Kadîr, S.758)
19
وَٱلْأَرْضَ مَدَدْنَـٰهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَٲسِىَ وَأَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَىْءٍ مَّوْزُونٍ
- Ve yeri yaydık ve ona sâbit dağlar bıraktık ve orada ölçülmüş her şeyden bitirdik.
20
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَـٰيِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُۥ بِرَٲزِقِينَ
- Ve orada sizin için ve sizin kendisine rızık vericiler olmadıklarınıza geçim kaynakları kıldık.
21
وَإِن مِّن شَىْءٍ إِلَّا عِندَنَا خَزَآئِنُهُۥ وَمَا نُنَزِّلُهُۥٓ إِلَّا بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ
- Ve hazineleri katımızda olmayan bir şey yoktur. Ve onu mâlûm/belli bir mikdâr/kader dışında indirmeyiz.
22
وَأَرْسَلْنَا ٱلرِّيَـٰحَ لَوَٲقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءً فَأَسْقَيْنَـٰكُمُوهُ وَمَآ أَنتُمْ لَهُۥ بِخَـٰزِنِينَ
- Ve aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Böylece semâdan su indirdik de sizi onunla suladık. Ve siz onun için hazinedar (hazinelerde tutan) değilsiniz.
# Onu depo eden siz değilsiniz. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
23
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْىِۦ وَنُمِيتُ وَنَحْنُ ٱلْوَٲرِثُونَ
- Ve muhakkak ki Biz, elbette Biz hayat veririz ve öldürürüz. Ve Biz vârisleriz.
24
وَلَقَدْ عَلِمْنَا ٱلْمُسْتَقْدِمِينَ مِنكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا ٱلْمُسْتَــْٔخِرِينَ
- Ve andolsun ki, sizden öne geçenleri (de) biliriz. Ve andolsun ki, geri kalanları (da) biliriz.
25
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ‌ۚ إِنَّهُۥ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
- Ve muhakkak ki senin Rabbin, O onları haşr edecektir. Muhakkak ki O, Hakîm'dir, Alîm'dir.
26
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَـٰنَ مِن صَلْصَـٰلٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
- Ve andolsun ki, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
27
وَٱلْجَآنَّ خَلَقْنَـٰهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ ٱلسَّمُومِ
- Ve cânn, onu daha önce semûm ateşinden yarattık.
# İmâm Hâkim (rahimehullah) İbn Mes'ûd (radıyallahu anh)'ın şöyle dediğini tahrîc etmiştir: "Bu semûm/yakıcı rüzgâr, cânn'ın kendisinden o yaratıldığı semûmun yetmiş cüzünden bir cüzdür. Sonra: 'Ve cânn, onu daha önce semûm ateşinden yarattık' (âyetini) kıraat etti.'' (el-Müstedrek ale's-Sahîhayn (2/474); Hâkim eserin sahîh olduğunu belirtmiş ve Zehebî ona muvâfakat etmiştir)
28
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَـٰٓئِكَةِ إِنِّى خَـٰلِقُۢ بَشَرًا مِّن صَلْصَـٰلٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
- Ve hani Rabbin meleklere buyurmuştu ki: 'Muhakkak ki Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.
29
فَإِذَا سَوَّيْتُهُۥ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِى فَقَعُواْ لَهُۥ سَـٰجِدِينَ
- Artık onu tesviye ettiğim/düzenlediğim ve rûhumdan onun içine üflediğimde, artık secde ediciler olarak onun için (yere) kapanın.
30
فَسَجَدَ ٱلْمَلَـٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ
- Bunun üzerine melekler secde ettiler, onların hepsi topluca.
31
إِلَّآ إِبْلِيسَ أَبَىٰٓ أَن يَكُونَ مَعَ ٱلسَّـٰجِدِينَ
- İblîs müstesnâ, secde edenlerle beraber olmaktan (kaçınarak) diretti.
32
قَالَ يَـٰٓإِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ ٱلسَّـٰجِدِينَ
- (Allah) buyurdu ki: 'Ey İblîs! Senin için ne var ki, secde edenler ile beraber olmuyorsun?'
33
قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُۥ مِن صَلْصَـٰلٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
- (İblîs) dedi ki: 'Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edici olmam.'
34
قَالَ فَٱخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ
- (Allah) buyurdu ki: 'Öyleyse oradan çık. Artık muhakkak ki sen racîmsin.
# Recmedilmiş / Kovulmuş.
35
وَإِنَّ عَلَيْكَ ٱللَّعْنَةَ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلدِّينِ
- Ve muhakkak ki, Dîn Günü'ne kadar lânet üzerinedir.
36
قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِىٓ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ
- (İblîs) dedi ki: 'Rabbim! O halde bana ba's edilecekleri güne kadar süre ver.'
# Ba's: Ölümden sonra diriltilecekleri güne kadar. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
37
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ ٱلْمُنظَرِينَ
- (Allah) buyurdu ki: 'Artık muhakkak ki sen, süre verilenlerdensin;'
38
إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْوَقْتِ ٱلْمَعْلُومِ
- Mâlûm/belli vaktin gününe kadar.
39
قَالَ رَبِّ بِمَآ أَغْوَيْتَنِى لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِى ٱلْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
- (İblîs) dedi ki: 'Rabbim, beni dalâlete düşürdüğünden dolayı, elbette onlar için yeryüzünde ziynetlendirme yapacağım ve elbette onların hepsini dalâlete düşüreceğim.'
# İmâm Beğavî (rahimehullah) şöyle demiştir: Rabbim, beni iğvâ ettiğinden/dalâlete düşürdüğünden (dolayı). Ve şöyle de denilmiştir: Beni rahmetinden mahrum bıraktığından (dolayı). (Elbette onlar için Arz'da ziynetlendirme/süsleme yapacağım) Dünyâ sevgisini ve Sana isyân etmeyi ziynetlendireceğim. (Ve elbette onları iğvâ edeceğim) Yani: Elbette onları dalâlete düşüreceğim." (el-Beğavî, Meâlim'ut-Tenzîl, C.4, S.381)
40
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ ٱلْمُخْلَصِينَ
- 'Onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.'
41
قَالَ هَـٰذَا صِرَٲطٌ عَلَىَّ مُسْتَقِيمٌ
- (Allah) buyurdu ki: 'Bu, bir Sırât'tır. Bana ait, mustakîm'dir.'
42
إِنَّ عِبَادِى لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَـٰنٌ إِلَّا مَنِ ٱتَّبَعَكَ مِنَ ٱلْغَاوِينَ
- Muhakkak ki kullarım üzerinde senin bir sultânın yoktur, gâvîlerden sana tâbi olanlar müstesnâ.
# Şeyh AbdurRahmân es-Sa'dî (rahimehullah) der ki: ''Gâvî: Hakkı bilen ve terk eden kişidir.'' (Teysîru'l-Kerîmu'r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi'l-Mennân, 500. sayfa (Tek cilt olarak basım)
43
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ
- Ve muhakkak ki Cehennem, elbette onların hepsine vaadedilen yerdir.
44
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَٲبٍ لِّكُلِّ بَابٍ مِّنْهُمْ جُزْءٌ مَّقْسُومٌ
- Onun yedi kapısı vardır. Her bir kapı için onlardan taksîm edilmiş bir cüz vardır.
45
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّـٰتٍ وَعُيُونٍ
- Muhakkak ki muttakîler, Cennetler ve pınarlar içindedir.
46
ٱدْخُلُوهَا بِسَلَـٰمٍ ءَامِنِينَ
- Dâhil olun oraya selâm ile, emînler olarak.
47
وَنَزَعْنَا مَا فِى صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَٲنًا عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَـٰبِلِينَ
- Ve onların göğüslerindeki kini söküp attık. Kardeşler olarak serîrler üzerinde karşı karşıyadırlar.
48
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ
- Orada onlara yorgunluk temâs etmez. Ve onlar oradan çıkarılmayacaklardır.
49
نَبِّئْ عِبَادِىٓ أَنِّىٓ أَنَا ٱلْغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ
- Kullarıma bildir ki Ben, Ben Gafûr'um, Rahîm'im.
50
وَأَنَّ عَذَابِى هُوَ ٱلْعَذَابُ ٱلْأَلِيمُ
- Ve azâbımın, onun elîm bir azâb olduğunu.
51
وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِبْرَٲهِيمَ
- Ve onlara İbrâhîm'in konuklarından haber ver.
52
إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلَـٰمًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُونَ
- Hani onun yanına girip demişlerdi ki: 'Selâm.' (İbrâhîm) Dedi ki: 'Muhakkak ki biz sizden endişe ediyoruz.'
53
قَالُواْ لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَـٰمٍ عَلِيمٍ
- Dediler ki: 'Endişe etme! Muhakkak ki biz seni alîm bir oğul ile müjdeliyoruz.'
54
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِى عَلَىٰٓ أَن مَّسَّنِىَ ٱلْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
- Dedi ki: 'Beni mi müjdeliyorsunuz; bana ihtiyarlık dokunmuşken? O hâlde beni ne ile müjdeliyorsunuz?'
55
قَالُواْ بَشَّرْنَـٰكَ بِٱلْحَقِّ فَلَا تَكُن مِّنَ ٱلْقَـٰنِطِينَ
- Dediler ki: 'Seni hakk ile müjdeliyoruz. Artık sen ümidini kesenlerden olma.'
56
قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِۦٓ إِلَّا ٱلضَّآلُّونَ
- Dedi ki: 'Ve Rabbinin rahmetinden dalâlete düşenlerden başka kim ümit keser?'
57
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ
- Dedi ki: 'Öyleyse göreviniz nedir, ey mürseller/gönderilenler?'
58
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
- Dediler ki: 'Muhakkak ki biz, mücrimler kavmine gönderildik.'
59
إِلَّآ ءَالَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ
- 'Lût ailesi müstesnâ. Muhakkak ki biz, elbette onların tümünü kurtaracağız.'
60
إِلَّا ٱمْرَأَتَهُۥ قَدَّرْنَآ‌ۙ إِنَّهَا لَمِنَ ٱلْغَـٰبِرِينَ
- 'Onun hanımı müstesnâ. Takdîr ettik, muhakkak ki o, elbette kalacaklardandır.'
61
فَلَمَّا جَآءَ ءَالَ لُوطٍ ٱلْمُرْسَلُونَ
- Bunun üzerine Lût ailesine mürseller geldiklerinde.
62
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
- (Lût) dedi ki: 'Muhakkak ki siz, münker bir kavimsiniz.'
# Tanınmayan kimselersiniz. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
63
قَالُواْ بَلْ جِئْنَـٰكَ بِمَا كَانُواْ فِيهِ يَمْتَرُونَ
- Dediler ki: 'Bilakis, sana onların kendisinde kuşku duydukları ile geldik.'
64
وَأَتَيْنَـٰكَ بِٱلْحَقِّ وَإِنَّا لَصَـٰدِقُونَ
- 'Ve sana hakkı getirdik. Ve muhakkak ki elbette biz sâdıklarız.'
65
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ ٱلَّيْلِ وَٱتَّبِعْ أَدْبَـٰرَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ وَٱمْضُواْ حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
- Artık gecenin bir kısmında ehlin ile yola çık. Ve onların arkalarına tâbi ol. Ve sizden biri iltifât etmesin. Ve emredildiğiniz yere geçin gidin.
# İltifât etmesin: Arkasına dönüp bakmasın. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
66
وَقَضَيْنَآ إِلَيْهِ ذَٲلِكَ ٱلْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَـٰٓؤُلَآءِ مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ
- Ve ona bu emri, sabahladıklarında onların arkaları kesilmiş olacak diye kazâ ettik.
# Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî (rahimehullah) der ki: (Ve ona bu emri kazâ ettik) Mânâsı: ‘‘Muhakkak ki biz, Lût kavmi hakkında buyurduğumuz emri hükme bağladık ve kesinleştirdik.’’ (es-Sem'ânî es-Selefî, Tefsîru'l-Kur'ân, C.3, S.145)
67
وَجَآءَ أَهْلُ ٱلْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
- Ve şehir ehli birbirlerini müjdeleyerek geldiler.
68
قَالَ إِنَّ هَـٰٓؤُلَآءِ ضَيْفِى فَلَا تَفْضَحُونِ
- (Lût) dedi ki: 'Muhakkak ki bunlar benim konuklarımdır. Artık beni utandırmayın.'
69
وَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ
- 'Ve Allah'a takvâ edin ve beni küçük düşürmeyin.'
70
قَالُوٓاْ أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ ٱلْعَـٰلَمِينَ
- Dediler ki: 'Biz seni elâlemden nehyetmedik mi?'
71
قَالَ هَـٰٓؤُلَآءِ بَنَاتِىٓ إِن كُنتُمْ فَـٰعِلِينَ
- (Lût) dedi ki: 'İşte bunlar kızlarım, eğer yapacaksanız.'
# Yani: Onlarla evlenin. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
72
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِى سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
- Ömrüne andolsun ki, muhakkak ki onlar elbette sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
73
فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ
- Derken işrâk vaktine girdiklerinde onları bir sayha/çığlık aldı.
74
فَجَعَلْنَا عَـٰلِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ
- Böylece (oranın) üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
75
إِنَّ فِى ذَٲلِكَ لَأَيَـٰتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
- Muhakkak ki bunda, elbette mütevessimler için âyetler vardır.
# Kendilerinden sonra gelenler arasından durumu görüp onların akıbetine benzer bir akıbetten çekinenler için ayetler/ibret vardır. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
76
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُّقِيمٍ
- Muhakkak ki o, elbette mukîm bir yoldadır.
# Gidip geldikleri apaçık belli bir yol üzerindedir. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
77
إِنَّ فِى ذَٲلِكَ لَأَيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ
- Muhakkak ki bunda, elbette mü'minler için bir âyet vardır.
78
وَإِن كَانَ أَصْحَـٰبُ ٱلْأَيْكَةِ لَظَـٰلِمِينَ
- Ve gerçekten Eyke ashâbı (da) elbette zâlimler idi.
# İbn Kesîr (rahimehullah) şöyle der: ''Eyke ashâbı: Onlar Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmidir.'' (Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Hicr Sûresi 78. âyetin tefsirinde)
79
فَٱنتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ
- Artık onlardan (da) intikâm aldık. Ve muhakkak ki ikisi, elbette mübîn bir imâmdadır.
# İmâm Kâsimî (rahimehullah) şöyle demiştir: ''Yani onlar, açık bir yol üzerindedirler. Onlar, Lût kavmine yakın idiler. Onlar, zaman itibarı ile Lût kavminden sonra idiler ama mekân itibarı ile karşı karşıya idiler. Zaten Şuayb (aleyhisselâm) da kavmini uyarırken bu sebebe binâen (Ve Lût kavmi sizden uzak değildir. Hûd Sûresi, 89. âyet meali) demişti." (Cemâleddîn el-Kâsimî, Mehâsinu't-Te'vîl, 10. Cüz, 3766. sayfa)
80
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَـٰبُ ٱلْحِجْرِ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Ve andolsun ki, Hicr ashâbı (da) mürselleri/gönderilenleri yalanladı.
# İbn Kesîr (rahimehullah) demiştir ki: Onlar, nebîleri Sâlih (aleyhisselâm)'ı yalanlayan Semûd kavmidir. Bir rasûlu yalanlayan, tüm rasûlleri yalanlamıştır. Bunun için onlar zikrolunurken 'Rasûlleri yalanladılar' ifadesi ıtlâk olunmuştur." (Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Hicr Sûresi 80. âyetin tefsirinde)
81
وَءَاتَيْنَـٰهُمْ ءَايَـٰتِنَا فَكَانُواْ عَنْهَا مُعْرِضِينَ
- Ve onlara âyetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi.
82
وَكَانُواْ يَنْحِتُونَ مِنَ ٱلْجِبَالِ بُيُوتًا ءَامِنِينَ
- Ve dağlardan emîn evler yontuyorlardı.
83
فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ
- Derken sabahladıklarında onları bir sayha/çığlık aldı.
84
فَمَآ أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
- Artık kazandıkları onlara bir yarar vermedi.
85
وَمَا خَلَقْنَا ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَآ إِلَّا بِٱلْحَقِّ‌ۗ وَإِنَّ ٱلسَّاعَةَ لَأَتِيَةٌ‌ۖ فَٱصْفَحِ ٱلصَّفْحَ ٱلْجَمِيلَ
- Ve semâları ve yer'i ve ikisi arasındakileri hakkın dışında yaratmadık. Ve muhakkak ki Saat, elbette gelecektir. O halde (onlara) güzel davranışlarla davran.
86
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ ٱلْخَلَّـٰقُ ٱلْعَلِيمُ
- Muhakkak ki Rabbin, O Hallâk'tır, Alîm'dir.
87
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَـٰكَ سَبْعًا مِّنَ ٱلْمَثَانِى وَٱلْقُرْءَانَ ٱلْعَظِيمَ
- Ve andolsun ki sana ikililerden yediyi ve azîm Kur'ân'ı verdik.
# Ashâb'tan Ebu Saîd ibn Muallâ (radıyallahu anh) demiştir ki: ''Allah Rasûlu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 'Hamd, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O, 'İkililerden yedi'dir (yani Fâtiha suresi) ve o bana verilen o azîm Kur'ân'dır.'" [Sahîhtir. Buhârî (Kitâbu't-Tefsîr, 4703.) ve diğerleri tahrîc etmiştir.]
88
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِۦٓ أَزْوَٲجًا مِّنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَٱخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ
- Onlardan çiftler hâlinde faydalandırdığımız şeylere iki gözünü uzatma. Ve onlara karşı hüzünlenme. Ve mü'minler için kanadını indir.
# İmâm Beğavî (rahimehullah) şöyle der: ''Çiftler hâlinde / Sınıflar hâlinde.'' (el-Beğavî, Meâlim'ut-Tenzîl, C.4, S.392. sayfa)
89
وَقُلْ إِنِّىٓ أَنَا ٱلنَّذِيرُ ٱلْمُبِينُ
- Ve de ki: Muhakkak ki ben, ben apaçık bir uyarıcıyım.
90
كَمَآ أَنزَلْنَا عَلَى ٱلْمُقْتَسِمِينَ
- Taksîmcilerin üzerlerine indirdiğimiz gibi.
91
ٱلَّذِينَ جَعَلُواْ ٱلْقُرْءَانَ عِضِينَ
- Onlar ki, Kur'ân'ı parça parça kıldılar.
92
فَوَرَبِّكَ لَنَسْــَٔلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
- Rabbine andolsun ki, elbette onların hepsine soracağız.
93
عَمَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
- Amel etmiş olduklarından.
94
فَٱصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ ٱلْمُشْرِكِينَ
- Artık sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.
95
إِنَّا كَفَيْنَـٰكَ ٱلْمُسْتَهْزِءِينَ
- Muhakkak ki Biz, istihzâ/alay edicilere (karşı) sana yeteriz.
96
ٱلَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ ٱللَّهِ إِلَـٰهًا ءَاخَرَ‌ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
- Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kılarlar. Artık yakında bileceklerdir.
97
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ
- Ve andolsun ki, onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.
98
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ ٱلسَّـٰجِدِينَ
- O halde Rabbini hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol.
99
وَٱعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ ٱلْيَقِينُ
- Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.