İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.
69

Hâkka Sûresi

52 Ayet
Paylaş
1
ٱلْحَآقَّةُ
- el-Hâkka
2
مَا ٱلْحَآقَّةُ
- Nedir el-Hâkka?
3
وَمَآ أَدْرَٮٰكَ مَا ٱلْحَآقَّةُ
- Ve el-Hâkka'yı sana bildiren nedir?
4
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادُۢ بِٱلْقَارِعَةِ
- Semûd ve Âd, Kâria'yı yalanladı.
# Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî (rahimehullah) demiştir ki: ‘‘Kıyâmet'in bir ismi de Kâria'dır.’’ (es-Sem'ânî es-Selefî, Tefsîru'l-Kur'ân, C.6, S.34)
5
فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُواْ بِٱلطَّاغِيَةِ
- Semûd'a gelince, öylece tâğiye ile helâk edildi.
# İmâm Taberî (rahimehullah) hasen bir sened ile Katâde (rahimehullah)'tan tahric etmiştir, demiştir ki: Allah, onların üzerine bir çığlık göndermiş, böylece onları helâk etmiştir. (Hikmet bin Beşîr bin Yâsîn, Tefsîru's-Sahîh, 4. cilt, 527. sayfa)
6
وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُواْ بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ
- Ve Âd'e gelince, artık uğultulu dondurucu bir rüzgâr ile helâk edildi.
7
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَـٰنِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا فَتَرَى ٱلْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَىٰ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ
- Onu, yedi gece ve sekiz gün ardarda onların üzerlerine musallat etti. Öyle ki kavmi görürsün, orada yere serilmişlerdir, sanki onlar içi boş hurma kütükleridir.
8
فَهَلْ تَرَىٰ لَهُم مِّنۢ بَاقِيَةٍ
- Şimdi onlardan bir geri kalan görüyor musun?
9
وَجَآءَ فِرْعَوْنُ وَمَن قَبْلَهُۥ وَٱلْمُؤْتَفِكَـٰتُ بِٱلْخَاطِئَةِ
- Ve Firavun ve ondan öncekiler ve Mü'tefikat hatâ ile geldiler.
# İmâm Taberî (rahimehullah) hasen bir sened ile Katâde (rahimehullah)'tan şöyle dediğini tahric etmiştir: Mu'tefikat: "Lût karyesi." (Hikmet bin Beşîr bin Yâsîn, Tefsîru's-Sahîh, 4. cilt, 528. sayfa)
10
فَعَصَوْاْ رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَّابِيَةً
- Böylece Rabblerinin rasûllerine isyân ettiler. Bunun üzerine onları gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.
11
إِنَّا لَمَّا طَغَا ٱلْمَآءُ حَمَلْنَـٰكُمْ فِى ٱلْجَارِيَةِ
- Muhakkak ki Biz, su taştığında, sizi gemide taşıdık.
12
لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَآ أُذُنٌ وَٲعِيَةٌ
- (Bu,) onu sizin için bir tezkire/öğüt kılmamız ve belleyen kulaklar onu bellemesi içindir.
# İşittiğini iyice öğrenen, işittiği öğütlerden yararlanan bir kulak bunu bellesin diye. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
13
فَإِذَا نُفِخَ فِى ٱلصُّورِ نَفْخَةٌ وَٲحِدَةٌ
- Artık sûra bir üfürüşle üfürüldüğünde.
14
وَحُمِلَتِ ٱلْأَرْضُ وَٱلْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَٲحِدَةً
- Ve Yer ve dağlar kaldırılıp da bir çarpışla çarpıldıkları(nda).
15
فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ ٱلْوَاقِعَةُ
- İşte o gün Vâkıa vukû bulmuştur.
# İbn Kesîr (rahimehullah) şöyle demiştir: Yani: Kıyâmet'in kopması (vukû bulmuştur)." (Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Hakka Sûresi, 15. âyetin tefsîrinde)
16
وَٱنشَقَّتِ ٱلسَّمَآءُ فَهِىَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ
- Ve gök yarılmıştır. Artık o, o gün zayıftır.
17
وَٱلْمَلَكُ عَلَىٰٓ أَرْجَآئِهَا‌ۚ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَـٰنِيَةٌ
- Ve melekler (onun) kenarları üzerindedir. Ve o gün Rabbinin Arş'ını, üstlerinde sekiz (taşıyıcı) taşır.
# Yani, başlarının üzerinde bulunan (Kerrûbînden olan) sekiz melek Rabbinin arşını yüklenirler. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîru’l-Kebîr)
18
يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَىٰ مِنكُمْ خَافِيَةٌ
- O gün arz olunursunuz, sizden bir gizem, gizli kalmaz.
19
فَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقْرَءُواْ كِتَـٰبِيَهْ
- Derken kitâbı sağından verilene gelince, o vakit der ki: 'Alın, kitâbımı okuyun.
20
إِنِّى ظَنَنتُ أَنِّى مُلَـٰقٍ حِسَابِيَهْ
- Muhakkak ki ben, hesâbıma kavuşacağımı biliyordum.
21
فَهُوَ فِى عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ
- Artık o, râzı bir yaşam içindedir.
22
فِى جَنَّةٍ عَالِيَةٍ
- Yüksek bir Cennettedir.
23
قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ
- Meyveleri sarkmıştır.
24
كُلُواْ وَٱشْرَبُواْ هَنِيٓـــَٔۢا بِمَآ أَسْلَفْتُمْ فِى ٱلْأَيَّامِ ٱلْخَالِيَةِ
- Geçmiş günlerde yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için.
25
وَأَمَّا مَنْ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَـٰلَيْتَنِى لَمْ أُوتَ كِتَـٰبِيَهْ
- Ve kitâbı sol eline verilene gelince, o vakit der ki: 'Keşke bana kitâbım verilmeseydi.'
26
وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيَهْ
- 'Ve hesâbımın ne olduğunu (da) bilmeseydim.'
27
يَـٰلَيْتَهَا كَانَتِ ٱلْقَاضِيَةَ
- 'Keşke o iş bitmiş olsaydı!'
28
مَآ أَغْنَىٰ عَنِّى مَالِيَهْۜ
- 'Malım bana bir yarar sağlamadı.'
29
هَلَكَ عَنِّى سُلْطَـٰنِيَهْ
- Helâk oldu benden saltanatım.
30
خُذُوهُ فَغُلُّوهُ
- Yakalayın onu, hemen bağlayın.
31
ثُمَّ ٱلْجَحِيمَ صَلُّوهُ
- Sonra onu Cahîm'e yaslayın.
32
ثُمَّ فِى سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَٱسْلُكُوهُ
- Sonra uzunluğu yetmiş zirâ bir zincirde öylece onu sülûk edin.
# İmâm Beğavî (rahimehullah) şöyle der: "(Öylece onu sülûk edin) Öylece onu oraya dâhil edin." (el-Beğavî, Meâlim'ut-Tenzîl, C.8, 212. sayfa)
33
إِنَّهُۥ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِٱللَّهِ ٱلْعَظِيمِ
- Muhakkak ki o, Azîm Allah'a îmân etmemiş idi.
34
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ
- Ve miskîni yedirmeye teşvik etmezdi.
35
فَلَيْسَ لَهُ ٱلْيَوْمَ هَـٰهُنَا حَمِيمٌ
- Artık onun için bugün burada sıcak bir dost yoktur.
36
وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ
- Ve Gıslînden (Kanlı irinden) başka bir yiyeceği yoktur.
37
لَّا يَأْكُلُهُۥٓ إِلَّا ٱلْخَـٰطِــُٔونَ
- Onu hâta edenlerden başkası yemez.
38
فَلَآ أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ
- Hayır! Gördüklerinize yemin ederim;
39
وَمَا لَا تُبْصِرُونَ
- Ve görmediklerinize.
40
إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
- Muhakkak ki o, elbette kerîm bir Rasûl'un sözüdür.
41
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ‌ۚ قَلِيلاً مَّا تُؤْمِنُونَ
- Ve o bir şâirin sözü değildir. Ne az îmân ediyorsunuz.
42
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ‌ۚ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
- Ve bir kâhinin sözü (de) değildir. Ne az tezekkür ediyorsunuz (ibret alıyorsunuz).
43
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ ٱلْعَـٰلَمِينَ
- Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
44
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ ٱلْأَقَاوِيلِ
- Ve eğer Üzerimize bazı sözleri uydurmuş olsaydı;
45
لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِٱلْيَمِينِ
- Elbette ondan sağını alırdık.
# İmâm Taberî (rahimehullah) demiştir ki: "(Elbette ondan sağını alırdık) Ondan, iki elinden sağ elini alırdık." (Câmî'ul-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân, C.23, 593. sayfa)
46
ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ ٱلْوَتِينَ
- Sonra, elbette onun can damarını keserdik.
47
فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَـٰجِزِينَ
- O zaman sizden biriniz ondan engelleyenler olamaz.
48
وَإِنَّهُۥ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
- Ve muhakkak ki o, elbette muttakîler için bir tezkiredir (öğüttür).
49
وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ
- Ve muhakkak ki Biz, elbette sizden yalanlayanların olduğunu biliyoruz.
50
وَإِنَّهُۥ لَحَسْرَةٌ عَلَى ٱلْكَـٰفِرِينَ
- Ve muhakkak ki o, elbette kâfirler üzerine bir hasrettir.
51
وَإِنَّهُۥ لَحَقُّ ٱلْيَقِينِ
- Ve muhakkak ki o, elbette yakîn haktır.
52
فَسَبِّحْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلْعَظِيمِ
- O halde azîm Rabbini ismiyle tesbîh et.