İçeriklerden haberdar olmak, yorum yapmak ve diğer tüm özellikler için oturum açın.
70

Me’âric Sûresi

44 Ayet
Paylaş
1
سَأَلَ سَآئِلٌۢ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ
- İsteyen biri, gerçekleşecek azâbı istedi.
2
لِّلْكَـٰفِرِينَ لَيْسَ لَهُۥ دَافِعٌ
- Kâfirler için onu defedecek yoktur.
3
مِّنَ ٱللَّهِ ذِى ٱلْمَعَارِجِ
- Meâric sâhibi Allah'tan
# İmâm Taberi (rahimehullah) hasen bir sened ile Ali ibn Talha (rahimehullah)'ın İbn Abbâs (radıyallahu anh)'dan Allah (subhânehü ve teâlâ)'nı 'Meâric sâhibi' kavli hakkında şöyle dediğini tahric etmiştir: “Uluvv/yücelik ve fazilet sâhibi” (Tefsiru's-Sahih, C4,S.532)
4
تَعْرُجُ ٱلْمَلَـٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ إِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُۥ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
- Melekler ve Rûh, O'na, miktârı elli bin sene olan bir günde çıkar
5
فَٱصْبِرْ صَبْرًا جَمِيلًا
- Artık sabret. Güzel bir sabırla.
6
إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُۥ بَعِيدًا
- Muhakkak ki onlar, onu uzak görüyorlar.
7
وَنَرَىٰهُ قَرِيبًا
- Ve (Biz ise) onu yakın görüyoruz.
8
يَوْمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلْمُهْلِ
- Semânın erimiş maden gibi olacağı gün.
9
وَتَكُونُ ٱلْجِبَالُ كَٱلْعِهْنِ
- Ve dağlar renkli yün gibi olur.
10
وَلَا يَسْـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا
- Ve bir sıcak dost, bir sıcak dostu sormaz.
11
يُبَصَّرُونَهُمْ ۚ يَوَدُّ ٱلْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِى مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍۭ بِبَنِيهِ
- Birbirlerine gösterilirler, mücrim o günün azâbından oğullarını fidye vermek ister.
12
وَصَـٰحِبَتِهِۦ وَأَخِيهِ
- Ve hanımını ve kardeşini.
13
وَفَصِيلَتِهِ ٱلَّتِى تُـْٔوِيهِ
- Ve kendisini barındıran aşiretini.
14
وَمَن فِى ٱلْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ
- Yeryüzündeki herkesi sonra kendini kurtarsın (diye).
15
كَلَّآ ۖ إِنَّهَا لَظَىٰ
- Hayır! Muhakkak ki o bir Lezâ'dır.
# Lezâ: Çehennemin isimlerinden bir isimdir. (Tefsirul-Kurân C.6, S.547)
16
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَىٰ
- Başın derisini soyar.
17
تَدْعُوا۟ مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ
- Arkasını döneni ve yüz çevireni dâvet eder.
18
وَجَمَعَ فَأَوْعَىٰٓ
- Toplayıp kap içinde saklayanı.
# İmâm Beğavi (rahimehullah) demiştir ki: "Yani: Mâlı cem edip/toplayıp. Bir kap içinde onu tutup ondan Allah'ın hakkını edâ etmez." (el-Beğavi, Meâlim'ut-Tenzil, C8, 5.223
19
إِنَّ ٱلْإِنسَـٰنَ خُلِقَ هَلُوعًا
- Muhakkak ki insân, helû yaratılmıştır.
# İmâm Kurtubi (rahimehullah) der ki: “Helû: Hırsın en şiddetlisi ve tahammülsüzlüğün en kötüsü ve en çirkinidir.” (el-Câmiu li-Ahkâm'i-Kur'ân, Meâric Sûresi, 19. âyetin tefsirinde)
20
إِذَا مَسَّهُ ٱلشَّرُّ جَزُوعًا
- Ona şer temâs ettiğinde sızlanır.
21
وَإِذَا مَسَّهُ ٱلْخَيْرُ مَنُوعًا
- Ve ona bir hayır temâs ettiğinde men edicidir.
22
إِلَّا ٱلْمُصَلِّينَ
- Namaz kılanlar müstesnâ.
23
ٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ دَآئِمُونَ
- Onlar ki, namazlarına devâm ederler.
24
وَٱلَّذِينَ فِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ
- Ve onlar ki, mallarında mâlûm bir hak vardır.
25
لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ
- İsteyen ve mahrûm için.
26
وَٱلَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ ٱلدِّينِ
- Ve onlar ki, Dîn Günü'nü tasdîk ederler.
27
وَٱلَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ
- Ve onlar ki, Rablerinin azâbından korkarlar.
28
إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ
- Muhakkak ki Rablerinin azâbı(na karşı), emîn olunamaz.
29
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَـٰفِظُونَ
- Ve onlar ki, ferclerini muhâfaza ederler.
30
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزْوَٰجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَـٰنُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ
- Zevcelerine veya sağ ellerinin sâhip oldukları üzere hâric. O takdirde muhakkak ki onlar, kınanmazlar.
31
فَمَنِ ٱبْتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُو۟لَـٰٓئِكَ هُمُ ٱلْعَادُونَ
- Fakat kim bunun ötesini isterse, o zaman işte onlar, haddi aşanlardır.
32
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِأَمَـٰنَـٰتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَٰعُونَ
- Ve onlar ki, emânetlerine ve ahidlerine riâyet ederler.
33
وَٱلَّذِينَ هُم بِشَهَـٰدَٰتِهِمْ قَآئِمُونَ
- Ve onlar ki, şâhidliklerini ikâme ederler.
# İbn Kesir (rahimehullah) şöyle demiştir: "Yani onlar (şâhidliklerini) muhâfaza ederler, onda ziyâde etmezler ve ondan noksanlaştırmazlar ve onu gizlemezler." (Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, Meâric Sûresi, 33. âyetin tefsiri)
34
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
- Ve onlar ki, namazları üzerine muhâfızlık ederler.
35
أُو۟لَـٰٓئِكَ فِى جَنَّـٰتٍ مُّكْرَمُونَ
- İşte onlar Cennetler içinde ikrâm göreceklerdir.
36
فَمَالِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ
- Şimdi ne var o küfredenlere, sana doğru koşuyorlar?
37
عَنِ ٱلْيَمِينِ وَعَنِ ٱلشِّمَالِ عِزِينَ
- Sağdan ve soldan bölükler hâlinde.
38
أَيَطْمَعُ كُلُّ ٱمْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍ
- Onlardan her biri gireceğini mi umuyor? Naîm Cennetine.
39
كَلَّآ ۖ إِنَّا خَلَقْنَـٰهُم مِّمَّا يَعْلَمُونَ
- Hayır! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri o şeyden yarattık.
# Nutfeden, sonra alakadan, sonra mudgadan. (Mukâtil bin Süleyman, Tefsîri-Kebîr)
40
فَلَآ أُقْسِمُ بِرَبِّ ٱلْمَشَـٰرِقِ وَٱلْمَغَـٰرِبِ إِنَّا لَقَـٰدِرُونَ
- Öyle değil! Doğuların ve batıların Rabbine kasem ederim. Muhakkak ki Biz, elbette Kâdirler(iz).
41
عَلَىٰٓ أَن نُّبَدِّلَ خَيْرًا مِّنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
- Onlardan (daha) hayırlı olanları getirmeye. Ve Biz, önüne geçilenlerden değiliz.
42
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا۟ وَيَلْعَبُوا۟ حَتَّىٰ يُلَـٰقُوا۟ يَوْمَهُمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ
- Artık bırak onları dalsınlar, oynasınlar o vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar.
43
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ ٱلْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَىٰ نُصُبٍ يُوفِضُونَ
- O gün onlar hızlıca kabirlerden çıkarlar. Sanki onlar dikmelere akın ederler.
# Dikmeler: İbâdet için dikilen putlar. (Cemâleddin el-Kasımi, Mehâsinu't-Tevil, 14. Cüz, S.5931)
44
خَـٰشِعَةً أَبْصَـٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ ٱلْيَوْمُ ٱلَّذِى كَانُوا۟ يُوعَدُونَ
- Gözleri düşmüş, onları bir zillet saracaktır. Bu, o vaad olundukları gündür.