Akıl, kötü âkıbeti düşünmek, gövdesi sabır, dalları ilim, yaprakları güzel ahlâk, meyvesi hikmet, maddesi işlerin yularını başından sonuna kadar elinde tutanın başarması olan bir ağaçtır.
Aklın durumu budur. O hâlde düşmanının onu mağlup edip yerinden çıkarması, rütbesini indirmesi, derecesini küçültmesi, emir iken esir, hakim iken mahkum, metbu (tabi olunan) iken tabi yapması hoş olmaz. Aklın verdiği hükme sabırla tutunan emniyet ve umut bahçesine, aklın hükmünü reddeden ise helâk ve alçaklık bataklığına gider.
Ali bin Ebî Tâlib (radıyallahu anh), “Adn cennetlerine insanların en fazla namaz kılanları, en fazla oruç tutanları, hac ve umre yapanları olmadıkları hâlde pek çok kimse girecektir. Onlar Allah'ın öğütlerini idrak etmiş ve böylece kalpleri ürpermiş, nefisleri mutmain olmuş, organları ona boyun eğmiş, hem dünyada hem de âhirette yüksek dereceler elde etmişlerdir” demiştir.
Ömer bin hattâb (radıyallahu anh) ise “Akıllı kişi hayrı şerden ayıran değil, iki şerden hangisinin hayırlı olduğunu bilendir” demiştir.
Âişe (radıyallahu anh)'a da “Allah'ın akıl verdiği kişi kurtulur” demiştir.
Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) ise şöyle demiştir: “Kisranın bir çocuğu oldu. Bunun üzerine bir alimi çağırttı, çocuğu önüne koydu. Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:
-“Bu çocuğa verilmiş en güzel şey nedir?”
-“Kendisine doğarken verilen akıldır”
-“Eğer aklı yoksa?”
-“İnsanlar arasında yaşamasını sağlayan güzel ahlak”
-“O da yoksa?”
-“Onu yakacak bir yıldırım daha iyi!”
Alimlerden biri de şöyle demiştir: “Allah (Celle ve Â'la) Adem (aleyhisselâm)'ı yeryüzüne indirdiği zaman Cibril (aleyhisselâm) ona dîn ahlâk ve aklı getirip “Allah bu üç şeyden birini seçme konusunda seni muhayyer bıraktı” dedi. Bunun üzerine Adem (aleyhisselâm) “Ey Cibril! Bunlardan daha güzelini cennet dışında görmedim” dedi. Daha sonra elini uzatıp aklı aldı ve diğerlerine “Yükselin” dedi. Onlar da “Akıl neredeyse biz de onunla beraber olmak zorundayız. Bize bu emredildi” dediler. Böylece her üç şey de Adem (aleyhisselâm)'da kaldı.
Bunlar Allah'ın kullarına verdiği en büyük nimetler ve hediyelerdir. Bunların üç düşmanı vardır. Arzu (hevâ), şeytan ve kötülüğü emreden nefis (nefs-i emmâre). Bunlar arasındaki savaşta zafer bazen öbürlerinin bazen bunların olur: “Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır”. (A’li imran sûresi 126. âyet meali)
Vehb b. Münebbih ise şöyle demiştir: “Allah'ın indirdiği kitaplardan birinde şunları okudum: Şeytan akıllı bir mü'minden daha büyük bir zorlukla karşılaşmamıştır. Şeytan yüz cahili yönetir. Onların boyunlarından tutar ve oraya buraya sürükler. Onlar da şeytana itaat ederler. Halbuki akıllı bir mü'mine bir tek şeyi yaptırabilmek için bile çok büyük meşakkatlere katlanır”. Kayalarını teker teker taşıyarak bir dağı ortadan kaldırmak şeytan için akıllı bir mü'minle uğraşmaktan daha kolaydır. Onu yenemeyince cahillere yönelir ve onları esir alır. Onu dünyada sopa (celde), taşlanarak öldürülme (recm), el kesme, asılma ve rezil olma, âhirette de utanç, cehennem ve zemmedilme gibi cezalarla baş başa bırakır.
İyilik konusunda eşit seviyede olan iki kişi, akıl sebebiyle doğu ile batı kadar farklı bir fazilet mertebesinde yer alabilirler. Allah'a akıldan daha iyi bir şeyle ibadet edilmemiştir.
Muaz b. Cebel (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Akıllı kimse kumlar kadar günahla akşamlayıp sabahlasa bile bunlardan kurtulması oldukça yakındır. Câhil ise kumlar kadar hasenat ile akşamlayı sabahlasa bunlardan zerre miktarınca istifade edememesi yakındır”.
Muaz b. Cebel'e (radıyallahu anh) bunun ne anlama geldiği sorulunca sözlerine şöyle devam etti: “Akıllı kişi hata yapınca tevbe ve kendisine bahşedilen akıl sayesinde bunu telafi edebilir. Câhil ise önce yapıp sonra yıkan gibidir. Cehâleti sebebiyle yaptığı iyilikleri boşa çıkaracak şeyler ortaya koyabilir”.
Hasan el-Basri'nin ise “Kişinin aklı tam olmadıkça dini de tam olmaz. Allah bir şeye akıl verdimi onu akılla kurtuluşa erdirir” dediği nakledilir.
Hikmet sahiplerinden biri ise “Aklı kuvvetli olmayanın ölümü ve helakı sevdiği şeylerle olur” demiştir.
Yusuf b. Esbat ise “Akıl iç dünyanın ışığı, dış alemin zineti, bedenin yöneticisi, kulun fiillerinin kıvamıdır. Hayat ancak onunla iyi olur. Bütün durumlar da onun üzerine kurulmuştur”.
Abdullah b. Mübarek'e şöyle denildi: “İslâm'dan sonra bir insana verilen en önemli şey nedir?” İbn Mübârek: “Akı” cevabını verdi. “Akıl verilmemişse?” diye tekrar sorulunca “Güzel ahlâk” dedi. “O da verilmemişse?” diye sorulunca “İstişare edecek salih bir kardeş” dedi. “O da yoksa?” denilince “Çokça susmak” dedi. “O da yoksa?” diye sorulunca “Hemen ölmek” dedi.
Şöyle bir şiir vardır:
Allah kişiye aklı ve edebinden daha güzel bir şey vermemiştir. Onlar kişinin güzelliğidir. Onları kaybetmektense hayatını kaybetmek daha iyidir. Eğer ipler aklın elinde olursa arzular (heva) ona hizmet eder ve tabi olur. Ancak ipler arzuların elinde olursa akıl ona esir ve mahkum olur. Kişinin arzularından hayatı boyunca bir bütün halinde sıyrılması mümkün değildir. Ancak ona emredilen şey, arzularını helak topraklarından emniyet ve selâmet yurduna yönlendirmesidir. Zaten bu da onun gücü dairesindedir.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Allah sevgisi
İmam Berbeharî (rahimehullah) dedi ki:
"Akıl, insana doğumu ile verilir. Her insana Allah’ın (Celle ve Â'la) dilediği kadar akıl verilir. Tıpkı gökyüzündeki zerre(lerin birbirinden farklı oluşu) gibi insanların akılları birbirlerinden farklıdır. Her insandan Allah’ın ona verdiği akla uygun amel etmesi talep olunur."
Şerh’us Sunne, Berbehâri
Ve andolsun ki, sana ve o senden öncekilere vahyedildi ki: 'Eğer şirk koşarsan, elbette amelin boşa gider ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.' (Zümer Sûresi 65. âyet meali)
📌Duadâ Şirk:
Bu Allah’dan başkasından, peygamberler veya evliyâdan, rızık, hastalıklara şifâ ya da buna benzer şeyler talep ederek duâ etmektir.
Zîrâ Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve Allah'ın dışında sana menfaat sağlamayan ve sana zarar vermeyene duâ etme. Fakat (böyle) yaparsan, o takdirde muhakkak ki sen o zaman zâlimlerdensin.” (Yûnus Sûresi 106. âyet meali) buyurmaktadır.
Burada “Zâlimler”, “Müşrikler” anlamındadır.
📌Niyet ve Arzuda Şirk:
Bir kişinin amelinde, genelde ve ayrıntıda Allah’tan başkasına yönelmesidir. Buna “Îtikâdda şirk” denir.
“Kim dünyâ hayatını ve ziynetini/süsünü murâd eder ise, orada onlara amellerini îfâ ederiz ve onlar orada eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar, onlar ki, kendileri için Ahîret'te ateşten başkası yoktur. Ve orada yaptıkları boşa gitmiştir. Ve amel etmiş oldukları bâtıldır.” (Hûd Sûresi 15.16. âyet meali)
📌Sevgide Şirk:
Bu da Allah ile birlikte başkasını da Allah’ı sevdiği gibi veya daha çok ya da daha az sevmektir. Çünkü sevgi, insanın ihlâsla boyun eğmesinin sebebidir.
Allah Celle ve Â'lâ kitabında: “Ve insânlardan kimi (Yani arab müşrikleri), Allah'tan başkasını endâdenler (Ortaklar/İlâhlar) ediniyorlar da onları Allah'ı sever gibi seviyorlar. Ve o îmân edenlerin Allah'a sevgisi daha şiddetlidir.” (Bakara Sûresi 165. âyet meali) buyurmaktadır.
📌İtaatte Şirk:
Allah’tan başkasını “Teşri” kanun koyma ve hükümde ortak tutmaktır. Zirâ hüküm, yalnızca Allah’a has bir haktır.
Allah Celle ve Â'lâ şöyle diyor: “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yûsuf Sûresi 40. âyet meali)
Âlimlerine veya şeyhlerine, Allah’a isyân sayılan bir ameli helâl sayarak uyanlar bu sınıftandırlar.
Bu konuda da Allah: “Onlar ahbârlarını ve ruhbânlarını Allah'ın dışında rabbler edindiler” (Tevbe Sûresi 31. âyet meali) buyurmaktadır.
(Ruhbân nasrânilerin âlimleri ve ahbâr yahûdilerin âlimleridir." (eş-Şevkânî, Fethu'l Kadîr, S.567)
Allah’ın Rasûlü bu âyeti Adiy b. Hatem için Tirmizî’deki sahih hadis ile şöyle açıklamaktadır: “Hristiyanlar ve Yahûdiler, âlimlerine, helâli haram, haramı da helâl kılmalarında itaat ediyorlardı.”
Kim Allah’tan başkası için şeriat koyma hakkı tanırsa, Allah’a isyân ile küfre girmiştir.
Çünkü Allah Celle ve Â'lâ şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o takdirde işte onlar, onlardır kâfirler” (Mâide Sûresi 44. âyet meali)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır: “Dikkat edin, yaratma ve emir O'nundur.” (A’râf Sûresi 54. âyet meali)
“Yaratma ve emir O'nundur” demek, bu hakkın başkasına nispet edilemeyeceğine işarettir. Kim, yaratmayı veya bir işi Allah’tan başkasına nispet ederse, en büyük şirki işlemiş ve İslâm’dan çıkmıştır. Aynı şekilde, Allah tüm kâinatın yaratıcısı ve bu kâinatları, nimetleriyle terbiye edicidir. Yalnız O, yarattıklarında tüm tasarruf haklarına sâhiptir. Yarattıkları için en iyi olanın ne olduğunu en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiçbir şey yaratmamıştır. Allah’tan başkası hiçbir şey yaratamadığı için, kendi benliğinde gizli olan en küçük şeyi dâhi bilemez. Bunu bilemediği hâlde yaratılmışlara en uygun ve yararlı olanın ne olduğunu nereden bilecektir? Bu sebeple insanlar tarafından konulan bütün kanunlar bâtıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek câiz değildir. Çünkü hüküm koyma hakkı ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının hükmetme hakkı asla yoktur. Allah Celle ve Â'lâ, Allah’dan başkasının kanunlarıyla hükmetmeye “Câhiliyye hükümleriyle hükmetme” adını vermiştir. Allah Celle ve Â'lâ böylece, kendi hükmünden daha hayırlı ve daha yüce bir hükmün olmadığını haber vermiştir.
📌Tasarrufta Şirk:
Bu, peygamberlerin ve evliyâların, kainatta tasarruf kudretleri olduğuna inanmaktır. Bu, peygamberler ve sâlih insanların güzel mevkilerini inkâr etmek ve görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Fakat sakıncalı olan, bunlara Allah’ın özel haklarından olan kudret, tasarruf, yarar ve zarar verme gibi sıfatları vermektir. Allah müşriklere sorduğunda: “Ve emri kim tedbîr eder? O vakit diyeceklerdir ki: Allah.” (Yûnus Sûresi 31. âyet meali)
📌Korkuda Şirk:
Allah’tan başkasının zarar ve yarar verdiğine inanmak veya korkuda başkalarını Allah’a denk görmektir. Örnek vermek gerekirse: Ölülerin, sağ olanlara zarar vermesinden korkmak yâhut vâcip olan amelleri terk etmeye neden olacak kadar bir otoriteden korkmak gibi. Ancak doğal olan korkmaya gelince, yırtıcı bir hayvan gibi veya bir zâlimden korkmak şeriatte câizdir (Şirk değildir.) Çünkü Allah Celle ve Â'lâ, Nebisi Mûsâ’yı (Aleyhisselâm) şu âyette korkmakla vasfetmiştir. “Böylece oradan korkarak, gözetleyerek çıktı” (Kasas Sûresi 21. âyet meali) Burada, meşru olan korku, insanın Allah’dan korkmasıdır. Esas korku da budur.
📌Tevekkülde Şirk:
Tevekkül, kulun işlerini Allah’a havale etmesi, dilediğinin elde edilmesi için Allah’a güvenmesidir.
Allah Celle ve Â'lâ: “Ve O ölmeyen Hayy'a tevekkül et.” (Furkân Sûresi 58. âyet meali) buyurmaktadır. Bunun için Allah’tan başkasına tevekkül etmek câiz değildir. Şirk olan tevekküle gelince: Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalpten tevekkül edip bağlanmaktır veya yaratılmış birinin Allah’tan başka rızık vereceğine veya rızkı keseceğine inanmaktır. Büyük şirk hakkında sözlerimize son vermeden önce, burada insanları uyarmamız gereken birçok konudan bazısına değinmek yerinde olacaktır. Bu değineceğimiz konular, çok tehlikeli oldukları hâlde, bunu söyleyen ve işleyenlerin birçoğu Allah’a şirk koştuklarının farkında değillerdir.
Şifayı doktora veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı kulun zekâsı, gayreti ve içtihâdına bağlamak. Kulların kanun koyabileceklerine dâir inanış. Ölüm nedenlerini, trafik kazâlarına veya yanlış ilaç kullanımına bağlamak gibi işlerdir. Bu ve benzeri şirk sözleri ve amelleri çoktur. Müslümanlar bunları bilip sakınmalıdır.
O ki, beni yaratan ve O bana hidâyet verendir. Ve O ki, O beni yediren ve içirendir. Ve hastalandığımda O bana şifâ verendir. Ve O ki, beni öldürür, sonra bana hayat verir. (Şu’arâ Sûresi 78-81. âyet meali)